İlkokul yıllarında, her sabah okul bahçesinden yankılanan o güçlü sesi hâlâ unutamıyorum: “Türküm, doğruyum, çalışkanım…”
Her sabah ezbere söylediğimiz bu sözler, farkında olmadan ruhumuzu biçimlendirdi. Çünkü inanarak söylüyorduk. İçimizden gelerek, yürekten…
Çocuk yaşta kulağımıza yerleşen o kelimeler, aslında bize bir aidiyet duygusu aşılamıştı.
Türk olmak, bizim için sadece bir kimlik meselesi değildi.
İçimizde taşıdığımız bir bağlılık ruhuydu.
Bir duruş, bir inanç, bir sorumluluktu.
Tıpkı bir bayrak gibi.
Tıpkı bir emanet taşıyor gibi…
Bazen kendi kendime soruyorum:
Andımız neden kaldırıldı?
Kimin işine yaradı?
Çünkü Türklük, sıradan bir tanım değil.
Oğuz Han’dan bu yana kök salan bir tarih, kuşaktan kuşağa aktarılan bir bilinçtir.
Kutlu bir isimdir.
Biz tarihimizi önce dedelerimizin anlattığı hikâyelerden,
annelerimizin ettiği dualardan öğrendik.
Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan büyük yürüyüşün bir parçası olduğumuzu öğrenerek büyüdük.
Bugün birçok ülke, birkaç yüzyıllık geçmişine sımsıkı sarılıp, adeta yeni bir millet yaratırken
bizim binlerce yıllık tarihimize mesafe koymamız nasıl açıklanabilir?
Üstelik tarihçiler, Türk varlığının on binlerce yıllık geçmişe sahip olduğunu dile getirirken…
Kökünü kaybetmiş bir ağaç yeniden yeşerebilir mi?
Bazıları Türk kimliğinden uzak durmayı çağdaşlık gereği sanıyor.
Bu kişilerin başka kimliklere özenti içinde oldukları hissediliyor.
Ama biz biliyoruz ki:
Türk olmak, geçmişe takılı kalmak değil; geçmişine sahip çıkıp sağlam adımlarla geleceğe yürümektir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu konuda şöyle demiştir:
“Türk evladı, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Türk kimliği, bizim için vazgeçilmez bir sorumluluktur.
Bu sorumluluk nereden geldiğimizi bilmek ve bugüne nasıl ulaştığımızı unutmamaktır.
“Biz “TÜRK” ismini kolay almadık.
Bunun için çok acılar yaşadık, büyük bedeller ödedik.
Ama sonunda, tertemiz bir ad ve içimize işlemiş sağlam bir ruh kazandık.
Bu ruh, Gazi Mustafa Kemal’in dilinden tarihe şöyle kazınmıştır:
“Bu memleket tarihte Türk’tü, hâlde Türk’tür ve ebediyen Türk yaşayacaktır.”
Türk olmak, hiç kimseye üstünlük taslamak değildir.
Bu topraklara bağlı, bu milleti kalpten benimseyen herkes bu kimliğin doğal bir parçasıdır.
Alın teriyle, emeğiyle, sevgisiyle bu vatana katkı sunan herkesin adıdır bu.
Bu ruhun özü, Atatürk’ün dilinde ifadesini bulmuştur.
“Ne mutlu Türk’üm diyene.”
Bugün hâlâ yolumuzu kaybetmeden yürüyebiliyorsak,
bu sözlerin içimizi ısıtması ve yolumuzu aydınlatan bir ışık olmasındandır.
Hedefimiz bellidir:
Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak.”
Bu hedefe varmak için gereken gücü ise, Atatürk bir cümleyle özetlemiştir:
“Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.”
Son sözümüz, milletçe hep bir ağızdan söylenecek kadar anlamlıdır:
“Varlığımız Türk varlığına armağan olsun.”
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
ADIM TÜRK (Şiir)
Başka bir dünyada olmak istemem.
Adım Türk’tür, kanım Türk’tür, aklım Türk.
Türklük sevdasıdır beni yoğuran;
Özüm Türk’tür, sözüm Türk’tür, sazım Türk.
Başka bir isimle işim yok benim.
Türk olmakla coşuyorken bedenim,
Türklüğümü haykırırken yüreğim;
Aşım Türk’tür, işim Türk’tür, tadım Türk.
“Doğruyum, çalışkanım” eğilmez başım
Bir gün sevincimdir, bir gün gözyaşım
Gecemle gündüzüm, hayalim, düşüm;
Aşkım Türk’tür, özlemim Türk, sevdam Türk.
Tarihler yazıyor, oku görürsün.
Her halinde Türk’e hayran olursun.
Bırak, düşmanlarım kızıp kudursun!
Gün’üm Türk’tür, yıldızım Türk, Ay’ım Türk.
Ötüken’dir tarihteki ilk yurdum.
Tarih boyu onlarca devlet kurdum.
Zaferden zafere koşarken ordum
Törem Türk’tür, dilim Türk’tür, şanım Türk.
Adından utanan, bil ki köksüzdür;
Tarihini inkâr eden ruhsuzdur.
Bile bile kem söyleyen yüzsüzdür!
Ruhum Türk’tür, duygum Türk’tür, ADIM TÜRK.
(Yusuf Kabukçu 18.07.2025)