Şu sıralarda Dünyanın en meşhur ve usta Psikiyatr Yazarı olan Irwin Yalom’un “SPİNOZA PROBLEMİ” adlı muhteşem kitabını okuyorum. Bu nedenle Spinoza hakkında bir araştırma yaptım ve bunu bir yazı dizisi halinde sizinle paylaşacağım. Önemli olan nokta şu: Bu fikirler benim değil Spinoza’nın fikirleridir. Ancak Einstein gibi bir dehanın “Ben Barunch Spinoza’nın inandığı Tanrıya inanıyorum.” Demesi çok önemlidir.

Barunch Spinoza adını duyduğunuzda aklınıza ne geliyor? Belki de felsefe derslerinden aklınızda kalan karmaşık fikirler, belki de "Tanrı doğadır" gibi iddialı sözler... Ama korkmayın, Spinoza'nın dünyasına girerken karmaşık terimlerin arkasındaki basit ama derin anlamları keşfedeceğiz. O, insanlık tarihinin en sıra dışı ve etkileyici düşünürlerinden biriydi. Hayatı boyunca pek çok zorlukla karşılaşsa da fikirleri hala günümüz dünyasını şekillendiriyor ve bizi evren, Tanrı, özgürlük ve mutluluk hakkında yeniden düşünmeye teşvik ediyor.

Kimdi Bu Spinoza?

Barunch Spinoza, 1632 yılında Hollanda'nın Amsterdam şehrinde, Portekiz'den kaçan Sefarad Yahudi’si bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. O dönemde Hollanda, Avrupa'nın diğer yerlerine göre daha hoşgörülü bir yerdi ama yine de farklı düşüncelere sahip olmak riskliydi. Spinoza, Yahudi cemaatinin geleneksel eğitimini aldı, Tevrat'ı, Talmud'u ve dini felsefeyi derinlemesine inceledi. Ancak bu eğitim, onun sorgulayıcı zihnini tatmin etmedi. Antik Yunan düşünürlerinden Rönesans filozoflarına kadar pek çok farklı kaynağı okudu ve kendi yolunu çizmeye başladı.

Spinoza'nın hayatı boyunca yaptığı en önemli mesleklerden biri mercek parlatıcı lığıydı. Evet, yanlış duymadınız, teleskop ve mikroskoplar için cam mercekler yapıyordu! Bu iş, ona sadece geçimini sağlama imkânı vermekle kalmadı, aynı zamanda dış dünyayı daha yakından incelemesini, ayrıntılara dikkat etmesini ve sabırlı olmasını da öğretti. Belki de felsefesindeki o inanılmaz titizlik ve detaycılık da buradan geliyordu.

Dini Cemaatle Çatışma ve Aforoz Edilme Spinoza'nın düşünceleri, dini cemaatinin geleneksel inançlarıyla çatışmaya başlayınca işler karıştı. O, Tanrı'yı alışılagelmişin dışında bir şekilde anlamaya çalışıyordu. Tanrı'yı kişisel bir varlık olarak değil, tüm evreni kapsayan bir güç, bir doğa olarak görüyordu. Bu fikirler, cemaatin ileri gelenleri tarafından "sapkınlık" olarak kabul edildi. Spinoza'ya düşüncelerinden vazgeçmesi için baskı yapıldı, hatta rüşvet teklif edildi. Ancak o, inançlarından taviz vermedi. Sonunda, 1656 yılında, henüz 24 yaşındayken, Yahudi cemaatinden aforoz edildi. Bu, onun için çok ağır bir darbeydi; ailesi ve tüm sosyal çevresiyle bağı koptu. Adeta bir "yalnız kurt" haline geldi. Ama bu yalnızlık, onun düşüncelerini daha da derinleştirmesine ve özgürce yazmasına olanak sağladı.

Mütevazı Bir Hayat ve Felsefi Eserleri

Aforoz edildikten sonra Spinoza, hayatını felsefeye adadı. Toplumdan uzak, oldukça mütevazı bir hayat sürdü. Çoğu zaman kendi ekmeğini kendi kazanarak yaşadı. Kalabalık şehirlerden kaçtı ve daha sakin yerlerde yaşamayı tercih etti. En önemli eseri olan "Etika" üzerinde uzun yıllar çalıştı. Bu eser, onun tüm felsefesinin kalbidir ve geometrik bir düzen içinde, adeta bir matematik teoremi gibi yazılmıştır. Bu yüzden okuması ilk başta zor gelebilir ama içindeki derinlik ve tutarlılık eşsizdir. "Etika"nın yanı sıra, "Teolojik-Politik İnceleme" ve "Kısa İnceleme" gibi başka önemli eserleri de var.

Ne yazık ki, Spinoza 1677 yılında, henüz 44 yaşındayken, mercek parlatma işinden kaptığı akciğer hastalığı nedeniyle hayata veda etti. Hayatı kısa olsa da ardında bıraktığı fikirler yüzyılları aştı ve Aydınlanma Çağı'ndan modern felsefeye kadar pek çok düşünürü etkiledi.

Spinoza'nın Tanrı Anlayışı: "Deus Sive Natura”- Tanrı ya da Doğa

Spinoza'yı diğer düşünürlerden ayıran en radikal fikirlerinden biri, Tanrı kavramına yaklaşımıdır. Geleneksel olarak Tanrı, insan benzeri özelliklere sahip, dünyayı yaratan, olaylara müdahale eden, kızan veya ödüllendiren, göklerde bir yerde oturan kişisel bir varlık olarak düşünülür. Ama Spinoza için Tanrı bambaşka bir şeydi: O, evrenin ta kendisiydi.

Tanrı Her Yerde ve Her Şeyde

Spinoza'nın meşhur sözü "Deus Sive Natura" yani "Tanrı ya da Doğa", onun felsefesinin anahtarıdır. Bu, Tanrı'nın doğadan ayrı bir varlık olmadığını, aksine doğanın kendisi olduğunu ifade eder. Spinoza için Tanrı, evreni yaratan ve sonra bir kenara çekilen bir "mimar" değildir; O, evrenin içinde var olan, onu var eden ve işleyişini sağlayan temel gerçekliktir.

Şöyle düşünün: Bir ressam ve tablosu. Geleneksel anlayışta ressam tablosunu yapar ve tablo ondan ayrı bir varlık olur. Spinoza'ya göre ise, Tanrı bir ressam değil, resmin ta kendisidir; renkleridir, fırça darbeleridir, kompozisyonudur, tablonun varoluşudur. Tanrı, her şeyin temelinde yatan tek, sonsuz ve kendi kendine var olan Töz ‘dür (varoluşun en temel maddesi, cevheri).

Bu, şu anlama gelir:

  • Tanrı kişisel değildir: Spinoza'nın Tanrısı, dua edebileceğimiz, pazarlık yapabileceğimiz veya bizi dinleyecek bir "şahıs" değildir. O, tüm doğanın akışı, tüm varoluşun düzenidir.
  • Tanrı her yerdedir: Bir dağda, bir nehirde, bir ağaçta, bir yıldızda, hatta sizin içinizde ve her düşüncenizde. Her şey, Tanrı'nın sonsuz özelliklerinin bir ifadesidir. O, dünyanın ötesinde değil, dünyanın içindedir.
  • Tanrı mükemmeldir ve değişmez: Doğa yasaları gibi, Tanrı da sonsuz ve mükemmel bir düzenle işler. Onda eksiklik, kusur veya hata yoktur. Bu yüzden mucizelere inanmazdı; çünkü Tanrı'nın (Doğa'nın) yasaları mükemmeldir ve sapmaz.

Haftaya devam etmek üzere...