YAZ
Yaz Akşamının Sessizliği
Gün, yavaş yavaş akşamın koynuna çekilirken, Denizli’nin taş sokaklarında bir serinlik gezinmeye başlıyor. Güneş, dağların ardına doğru eğilirken, gökyüzü bir ressamın paletinden dökülmüş gibi: turuncu, mor, altın sarısı… Her renk, bir başka hatırayı çağırıyor. Bu akşam, sıradan bir yaz akşamı değil. Bu akşam, zamanın durduğu, seslerin sustuğu, sadece kalbin konuştuğu bir akşam.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında” derken belki de tam böyle bir akşamı düşünüyordu. Çünkü bu saatlerde zaman, bir kumaş gibi yırtılıyor. Geçmişle şimdi birbirine karışıyor. Çocukluğumun yaz akşamları geliyor aklıma: annemin balkon sefası, babamın radyodan dinlediği eski Türk sanat müziği, mahalle çocuklarının sokakta oynarken çıkardığı neşeli gürültü…
Şimdi ise sessizlik var. Ama öyle sıradan bir sessizlik değil bu. Sait Faik’in dediği gibi, “Sessizlik de bir sestir.” Bu sessizlik, içimizdeki yankıları daha da belirgin kılıyor. Bir ağacın yaprağının kıpırtısı, uzaktan gelen bir çay bardağının şıngırtısı, belki de bir kedinin duvar üstünde yürürken çıkardığı hafif tıkırtı… Her biri, bu akşamın müziğine dönüşüyor.
Balkonlar ve İnsanlar
Yaz akşamlarının en güzel yanı, balkonlardır. Her balkon, bir sahnedir. Her insan, kendi hikâyesini oynar. Bir kadın, elinde yelpazesiyle geçmişi düşünür. Bir genç, telefonuna bakarken geleceği hayal eder. Bir yaşlı adam, sokağı izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamaya çalışır. Balkonlar, yaz akşamlarının tiyatrosudur.
Orhan Veli, “Beni bu güzel havalar mahvetti” derken belki de böyle bir akşamı kastetmişti. Çünkü bu havalar, insanı düşünmeye, hissetmeye, hatta biraz da hüzünlenmeye zorlar. Hüzün, yaz akşamlarının gizli baharatıdır. Her şey güzelken, bir eksiklik hissi çöker içimize. Belki geçmişin özlemi, belki geleceğin belirsizliği…
Yazın Kokusu
Yaz akşamı sadece bir görüntü değil, bir kokudur da. Toprak kokar, çiçek kokar, hatta bazen eski kitaplar gibi kokar hava. Bu kokular, belleğimizin gizli kapılarını açar. Bir yaz akşamında duyduğumuz bir koku, bizi yıllar öncesine götürebilir. Bir yaz aşkına, bir çocukluk anısına, bir unutulmuş hayale…
Yazın kokusu, aynı zamanda bir vaattir. “Her şey güzel olacak” der gibi kokar. “Henüz geç değil” der gibi. Bu yüzden yaz akşamları, umut taşır. Gecenin karanlığına rağmen, içimizde bir ışık yanar.
Son Söz Yerine
Bu yaz akşamı, belki de sıradan bir günün sonunda geldi. Ama sıradanlığı içinde bir mucize saklıyor. Zamanın durduğu, kalbin konuştuğu, geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı bir an. Belki de hayat, tam da bu anlarda gizlidir.
Yaz akşamları, bize kendimizi hatırlatır. Sessizlikteki sesi, kokudaki hatırayı, balkondaki hikâyeyi… Ve biz, her yaz akşamında biraz daha kendimize yaklaşırız.
SONBAHARSonbahar, edebiyatın en melankolik ama en derin mevsimidir. Ahmet Muhip Dıranas’ın “Fahriye Abla” sında ki sararan yapraklar, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sindeki vedalar, Tezer Özlü’nün içe dönüşleri… Hepsi sonbaharın ruhunu taşır.
Sonbaharın İçimize Yağan Sessizliği
Yılın en düşünceli mevsimi geldi. Yazın neşesi çekildi, güneş biraz daha uzaktan gülümsüyor artık. Denizli’nin sokaklarında yürürken, ayaklarımın altında çıtırdayan yapraklar, içimdeki sessizliği seslendiriyor. Sonbahar, dışarıda dökülen yapraklarla değil, içimizde dökülen düşüncelerle başlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Her şey yerli yerinde ama ben yerimde değilim” derken belki de bir sonbahar akşamında yazıyordu. Çünkü bu mevsim, insanı yerinden eder. Alışkanlıkları sorgulatır, duyguları yeniden tarttırır. Güneş erken batarken, biz de içimize erken çekiliriz.
Renklerin Vedası
Sonbahar, doğanın en zarif vedasıdır. Ağaçlar, yapraklarını dökerken utanmazlar. Bilirler ki gitmek de kalmak kadar doğaldır. Sararan yapraklar, kırılan dallar, solan çiçekler… Hepsi bir vedanın estetiğini taşır. Bu yüzden sonbahar, hüzünlü olduğu kadar güzeldir.
Sait Faik, “Bir insanı sevmekle başlar her şey” demişti. Sonbaharda ise, bir insanı özlemekle başlar çoğu şey. Çünkü bu mevsim, özlemi büyütür. Eski dostlukları, yarım kalmış aşkları, unutulmuş hayalleri… Hepsi bir yaprak gibi düşer önümüze.
Cam Kenarları ve Düşünceler
Sonbaharda balkonlar yerini cam kenarlarına bırakır. İnsan, dışarıyı izlerken içeriye döner. Bir fincan çay, bir eski kitap, belki de bir yağmur sesi… Hepsi düşünceleri çağırır. Camın buğusuna yazılan isimler, silinmeden önce bir geçmişi hatırlatır.
Orhan Veli, “Bir elinde cımbız / Bir elinde ayna / Umurunda mı dünya?” derken belki de sonbaharın umursamazlığını anlatıyordu. Çünkü bu mevsimde dünya biraz daha sessiz, biraz daha yavaş döner. Biz de onunla birlikte yavaşlarız. Koşmak yerine durur, konuşmak yerine düşünürüz.
Yağmurun Anlattıkları
Sonbahar yağmuru, yazın ani sağanaklarından farklıdır. Daha sabırlı, daha içli yağar. Pencereden dışarı bakarken, damlaların camda bıraktığı izler, içimizdeki izlerle yarışır. Her damla, bir anı gibi düşer. Bir ayrılık, bir kavuşma, bir sessizlik…
Tezer Özlü, “Yaşamın ucuna yolculuk” derken belki de sonbaharı tarif ediyordu. Çünkü bu mevsim, yaşamın ucuna değilse bile kıyısına götürür bizi. Daha çok düşünür, daha az konuşuruz. Daha çok hisseder, daha az gösteririz.
Son Söz Yerine
Sonbahar, bir geçiştir. Ama sıradan bir geçiş değil. Bir mevsimden diğerine değil, bir halden diğerine geçeriz. Yazın dışa dönük neşesinden, kışın içe dönük dinginliğine… Bu arada, kendimize rastlarız. Belki de en çok sonbaharda kendimiz oluruz.
Yapraklar dökülürken, biz de fazlalıklarımızdan arınırız. Her düşen yaprak, bir düşüncenin, bir duygunun, bir yükün sembolüdür. Ve biz, bu mevsimde biraz daha hafifleriz.
Haftaya görüşmek üzere…