Ah Aydın ah! Aydın'da yas var. Partilisi partisizi üzüntüden kahroluyor. “Efe'miz bizi nasıl bırakıp gidebilir?” Diye yas tutuyorlar. Ayaklarına kapandılar, “ne olur gitme, bizi öksüz, bizi yetim, bizi sensiz bırakma” diye. Desem kim inanır? Kimse inanmaz. Aydınlılar, ona bugüne dek verdikleri oyların pişmanlığı içersindeler. Oysa parti de Aydınlılar da rahatladı. Geçimsizliğinden, bencilliğinden bıkmıştı partililer ve Belediye'de birlikte çalıştığı insanlar. Milyonluk ilde kaç kişi gitti peşinden? Bin yüz küsur kişi. Devede kulak bile değil, birkaç tüy sadece.
Kabahatin hepsi bizde. Oy verip devleştirirsek kişiyi, zapt etmek mümkün olmuyor. Kimi seçeceği kişinin elinde de değil. Aslında oylar partiye veriliyor, seçilecek kişiyi de parti ya da birkaç kişi belirliyor. Topuğu kırılan Efe de yıllardan beri konulmuş seçmenin önüne.
Gazetelere tam sayfa ilan versek mi acaba?
Yıllardan beri koruduğumuz GÜVENİ yitirdik, ülkemize ve milletimize başsağlığı diliyoruz, diye.
DAVET
Dört nala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak.
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim.
Nazım Hikmet

Ne güzel söylemiş Nazım. Memlekette uğrunda çekilen zorlukları, cennet de olsa cehennem de olsa bizim olan bu memleketi, özgürlüğü, kardeşliği ve onlara olan hasreti.
Memleket cehenneme döndü. Her yer yanıyor, elimizden bir şey gelmiyor. Ağaçlar, hayvanlar, böcekler yanıyor, evler yanıyor, insanlar yanıyor. Memleket yangın yeri gerçekten. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak. Sorgulayalım bakalım, kabahat kimde?
Öyle bir zamana geldik ki çalan çalana, yiyen yiyene. Tevfik Fikret'i bilirsiniz, Han-ı Yağma şiiri çok ünlüdür. Han-ı Yağma, Türk Altay ve Oğuz geleneğinde yağma merasimi. Sofrada kalan altın bıçak, tabakları götürürmüş davetliler. Han-ı iştiha, doyumsuz sofra demek.
Han-ı Yağma (Günümüz Türkçesiyle)
Bu sofracık, efendiler ki bekler yutulmayı
Huzurunuzda titriyor şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki acılı, şu milletin ki can çekişir!
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin; bu iç açıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:
Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar;
İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
Bu sofra iltifatınızdan işte böyle ısınır ve ışıldar
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
Olanca rahatını, gönlünün tüm dileğini,
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak
Yiyin efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret (Haziran 1912)

Hani Audi düşkünü bir adam var ya bana bir türküyü anımsatıyor ara sıra.
AYNALI KEMER
Oğlanın adı Ömer
Belimi sıktı Kemer
Benim ince belime
Yakışır gümüş kemer.
Aynalı körük olmazsa
Ben gelin gitmem
Ud kemane çalmazsa
Aynalı körüğe binmem
Gel dağları aşalım
Hilalde buluşalım
Girelim biz kol kola
Çamlık'ta dolaşalım.
Audi olmazsa arabaya binmem, görevi de yapmam, havasında bir adam. Laiklik karşıtı, kadın haklarını geriye götürme hevesinde bir adam. Atatürk Cumhuriyeti'nin okullarında okumuş, bu makama gelmiş, makamını kötüye kullanıyor. Gün gelecek iki Dünya'da yargılanacak. Umurunda değil ama kazanlar kaynıyor.
İki sanatçıdan alıntılar yapalım isterim. Hava değişsin.
Audrey Hepburn'ü bilirsiniz. Çok severim, ruhu da fiziği kadar güzel biri. İmkansız diye bir şey yoktur, imkansızın içinde bile imkan vardır.

İkinci sanatçımız Şair Didem Madak. Güzel bir şiirini paylaşalım .
SİZ AŞKTAN NE ANLARSINIZ BAYIM
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin allahını bilirim bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Didem Madak
Hoşça kalın, dostça kalın, imkansızlığın içinde kaybolmayın.
 
             
             
             
             
             
            