Türküler can yoldaşımdır.
Ne zaman fırsat bulsam, radyoyu açar; türkülere sığınır, onlarla duygulanır, düşünür; onlarla dinlenirim.
Yine böyle bir anda, Ali Ekber Çiçek’in içli sesiyle radyodan şu türkü yankılandı kulaklarımda:
“Demedim mi, nazlı yarim, ben sana,
Çok muhabbet tez ayrılık getirir…”
Bir yandan türküyü dinliyor, bir yandan da sosyal medyada gezinmeye devam ederken Doğan Cüceloğlu’na atfedilen şu sözle karşılaştım.
“Fazla samimiyet saygıyı azaltır.
Çok sevgi nankörlük getirir.
Çok iyilik suistimali doğurur.
İnsan ilişkilerinde “çok”lar sıkıntılı… Denge esastır.”
İki farklı kaynak, sanki aynı düşünceyi dile getiriyordu.
İnsan ilişkileri çoğu zaman tecrübelerle şekillenir.
Zamanla bunlar hayat dersi olur; olgunlaştırır, hayatımıza yön verir.
Aşırı sevginin bile zarar verebileceğini hiç düşündünüz mü?
İlgi, güven, özveri… Bunlar elbette değerlidir. Ama mutlaka bir sınırı olmalıdır.
Çünkü ölçüsüzce verilen şeyler zamanla değersizleşir.
Ya yanlış ellerde heba olur ya da karşılık bulmadığında insanı yorar, yıpratır.
Denge bozulduğunda, ilişkiler de bozulur.
Sevgi azalır, güven sarsılır, verilen emekler boşa gider.
Çok ilgi, bir süre sonra muhatabını zorlar.
Sürekli yapılan fedakârlık, kıymet bilmeyene yanlış yapma cesareti verir.
Bazen öyle çok seversiniz ki sonunda yorulur, tükenirsiniz.
Tüm kalbinizle güvenirsiniz, sonunda ihanete uğrayabilirsiniz.
İyilikler alışkanlığa dönüşür; karşınızdaki artık sizi değil, sizden beklentilerini önemsemeye başlar.
Bu sebeple bazen geri çekilmek gerekir.
Bazen susmak, biraz eksik bırakmak…
Çünkü sevgi sadece vermekle değil; sınır koymakla, korumakla da güçlenir.
Bu sözü siz de duymuşsunuzdur:
“Babası oğluna bağ bağışlamış,
Oğlu bir salkım üzümü çok görmüş.”
Bu, sadece cömertlik değil; ölçüsüzlüğün nasıl kırgınlığa dönüştüğünün de hikâyesidir.
Yıllar önce gazetelerde okuduğum bir haberi hâlâ hatırlarım:
Yaşlı bir adam, hayatı boyunca çalışmış; dişinden tırnağından artırıp aldığı apartman dairelerini çocuklarına bağışlamış.
Zamanla aralarına soğukluk girmiş.
Oğlunun evine gittiğinde kapı hafif aralanmış ama içeri alınmamış.
Bir salkım üzüm değil, bir kapı aralığı bile çok görülmüş.
Hayatının sonunda ne barınacak bir evi kalmış ne de oturacak bir sofrası…
Duvar diplerinde, park köşelerinde geçirmiş son günlerini.
Yani bir dilim ekmeğe muhtaç hâle gelmiş.
Geçenlerde bir dostum, samimi bir sohbette:
“Artık benden bu kadar! İstekleri hiç bitmedi…” diyerek çocuklarından yakınıyordu.
Ne yazık ki bazı pişmanlıklar çok geç fark ediliyor; geri dönüşü olmuyor.
Hep duyduğumuz bir söz vardır:
“Azı karar, çoğu zarar.”
Bu sadece davranışlarda değil; duygularda da geçerlidir.
Sevgi de güven de özveri de dozunda güzeldir.
Aksi hâlde yorar, yıpratır, kıymetini kaybettirir.
Eskiler, birinde aşırılık gördüğünde şöyle hatırlatırmış:
“Ölçüyü kaçırma ha!”
Bu kısa uyarının içinde koca bir ömürlük tecrübe saklıdır.
Unutmayalım: İlişkilerde denge, tek taraflı kurulmaz.
Sevgi, ilgi, emek… Bunlar ancak karşılıklı olduğunda gerçek anlamına ulaşır.
Kıymet bilmek kadar, sınır çizebilmek de önemli ve gereklidir.
Bir çiçeğe fazla su verirseniz kökünü çürütürsünüz; az verirseniz kurur.
Sevgi de böyledir: her şey dozunda, ölçüsünde güzeldir!
Ne zaman ve nerede duracağını bilmek, kırmadan ve yormadan yol alabilmektir.
Belki de bunu en güzel şu söz anlatıyor:
“Tadında bırakmak.”
Dengeyi gözettiğimiz her adımda, hem kendimizi hem karşımızdakini koruruz.
Sorumuz şu:
Hayatınızdaki her şeyi tadında bırakabiliyor musunuz?
Vereceğiniz cevap çok önemli…
Sağlık ve esenlikler dilerim.
İYİ HAFTALAR.