12 Eylül'ün üzerinden 45 yıl geçti. Bir düdük, bir ara kesit, korkunç bir çığlıktı 12 Eylül...
Sabaha karşı kahramanlık türküleri eşliğinde radyodan okunan darbe bildirileri ile uyanmıştık. Askerî araçlar yolları kesmiş, tanklar namlusunu şehre çevirmişti. Her sokak başında kimlik kontrolleri yapılıyor, zorunlu olmadıkça sokağa çıkılmıyordu. Yasaklar, baskınlar, tutuklamalar, dipçik darbeleri, işkenceler, sorgular, takipler, fişlemeler can yakmaya başlamıştı bile.. Ellerini uğuşturan muhbirler tozu dumana katıyorlardı.
12 Eylül, mazlumların göğe çıkmış feryadıdır, yargısız infazdır, haksız yere idam edilen Anadolu çocuklarının masumiyetidir. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan binlerce gencin karartılan istikbalidir! Rutubet kokulu mahzenlerde Mamak'tır, Ulucanlar'dır, Metris'tir, Diyarbakır Cezaevi'dir! Dipçikle sindirilmiş bir toplumun travmalarıdır, kabusa dönüşmüş korkularıdır!
12 Eylül'den bugüne Mason localarına kayıtlı "Netekim Paşalar"dan hesabı ahrete kalmış kocaman bir kördüğüm ve acısı ciğerleri dağlayan sessiz çığlıklar, hüzne dönüşmüş sahipsizlikler kaldı.
12 Eylül'ün doğru dürüst belgeseli yapılmadı, romanı, hikâyesi yazılmadı. Rahmetli Ozan Arif' "Bir Devrin Destanı"nda bu acıları dile getirdi. Ne hazindir ki onun da kıymeti bilinmedi.
Bugün, eski yaraları debreştirecek yeni şeyler yazmak istemiyorum. Yıllar önce Mustafa Özarslan ağabey, yüreğinin tâ derinliklerinden gelen "12 Eylül Feryadı" kaleme almıştı. Benim de gönül telimi titreten bu hüzün dolu satırları paylaşmak istiyorum:
- "Her Mamak mağdurunun hissettiği acılar benim de acımdır!
- Her Mamak mağdurunun gönlünden geçen öfkeler benim de öfkemdir!
- Her Mamak mağdurunun sıkılı yumruğu benim de yumruğumdur!
- Her Mamak mağdurunun ana-babasının duası benim de duamdır!
- Her Mamak mağdurunun gönlünün acısı benim de acımdır!
- Acılarınızı geldiği yere gönderemedik, o mahcubiyet de benim mahcubiyetimdir!
Hesap mahşere kaldı ya... Neyleyim!?" diyor Mustafa ağabey.
12 Eylül mağdurlarını, "Netekim Paşalar"la elbet bir gün hesapta buluştururlar!
Bir neslin kulaklarında hâlâ o feryatlar çınlamaktadır:
"Gözü kapalı bir adam, sandalyeme tekme vurur. La havle vela kuvvete illa billah."
12 Eylül'de "ahsen-i takvim" üzere geçip giden "soylu sevda türküleri"nin çocuklarını saygı ve rahmetle yadediyorum. Hayatta olan isimsiz kahramanlara da afiyetler dilerim.
Beş yıl önce yazdığım 12 Eylül şiiri ile bitirelim.
NAZİRE
Unutmak mümkün mü kara Eylül'ü
İçimde kanayan yara Eylül'ü
Geçse de aradan upuzun yıllar
Ocak'taki közü, çıra Eylül'ü
Bir kara sevdaydı vatan uğrunda
Ne letafet vardı kutlu çağrında
Can veren gardaşın kara böğründe
Bir kabus gibi çöken pire Eylül'ü
Anlatamam hücredeki halleri
Dudak patlak, mosmor olmuş elleri
Çıplak bedenleri, ıslak telleri
Beynime zerkeden "sara" Eylül'ü
Bu vatana sevdalıydık, itildik
Sorgusuz sualsiz hapse tıkıldık
İşkenceler gördük, sonra asıldık
Urganda sallanan "dar"a Eylül'ü
Avluda telaş var, koğuşlar sırdaş
Sıra kimde, asılan kim arkadaş?
Tekbirler nefes nefes, yavaş yavaş
Arşa yükselirken ara Eylül'ü...
Denizli, 2020
(Yaşar ÖZTÜRK)