Birkaç gün önce gündeme bir haber düştü.
SSK Başkanı, Meclis'teki Bütçe Karma Komisyonunda kurumuyla ilgili açıklama yaparken; “Emekliler 78 yaşına kadar maaş alıyor, bu da sistemi tıkıyor” dedi. Bürokrasi, Türkiye'de uzun yaşayan vatandaşını SSK sistemini tıkayan “maliyet kalemi” gibi algılıyorsa vay bu memleketin haline! Bu ülkede uzun yaşamak ne zamandan beri suç oldu?
Bir an gözümün önüne, 40 yıl boyunca sabahın erken saatlerinde kalkıp belediye otobüsünü kovalayan işçiler geldi. Bir yanda, sabahın ayazında ekmek parasını çıkarmak için elinde paslı çay termosuyla işe giden insanlar… Diğer yanda, yıllar sonra 12.500 liralık emekli maaşıyla torununa süt alamamanın burkluğunu yaşayan insanlar... Şimdi onlara deniyor ki: “Sen çok yaşadın, sistem tıkandı.” Ayıp! hatta ayıptan öteye cüretkâr bir kepazelik bu!
Fil dişi kulelerde yaşayan, yaldızlı bürokratlara sormak isterim: Bu ülkenin SSK sistemi neden tıkanıyor, mâli tablosu niçin bozuluyor?
* Gerçekten emekliler yüzünden mi, yoksa yıllardır günü kurtarmak için yapılan hesapsız politikalar, uçuk kaçık siyasî vaatler yüzünden mi?
Sistemin tıkanma sebeplerini birlikte hatırlayalım. Yıllarca “erken emeklilik müjdesi” ile bu ülkede oy toplandı. Seçim öncesi prim affı, yapılandırma, borç silme, kayıt dışı istihdamın önlenememesi gibi sebeplerle sosyal güvenlik sistemi delik deşik edildi. Bugün birileri çıkıp “Sistem tıkandı!” diye feryat ediyor. Bu iş, yangını çıkaranların sonra dönüp “bu orman niye yanıyor?” diye sormalarına benziyor.
Bir başka örnek verelim. Milyonlarca insan asgari ücretle çalışıyor. Aylık 17 bin lira maaş alan biri, prim olarak sisteme ne kadar katkı sunabilir? Primler düşük, kayıt dışı istihdam yüksek, iş gücü genç; ama güvencesiz… Fakat suçlu kim? Ortalama 78 yaşına kadar maaş alan emekliler mi?
SSK Başkanı'nın “sistemi tıkıyor” dediği emekli maaşları, çoğu emekli için zaten açlık sınırının altında kaldı. Türk-İş verilerine göre açlık sınırı 20 bin liraya dayanmışken milyonlarca kişi 10-12 bin lira ile geçinmeye çalışıyor. Aslında bu ülkede sistem tıkanmıyor; insanlar tıkanıyor, nefesler tıkanıyor! Market rafına bakarken eli titreyen yaşlı kadının yüzündeki endişe, bu ülkenin sosyal politika raporu gibi karşımızda duruyor!
Sistemi tıkayan emekliler değil; yıllardır “reform” adı altında yapılan makyaj düzenlemeleridir. Her gelen yönetim, bir öncekinin hatasını örtmek için kocaman bir yamayla açığı kapatmaya kalkıyor ve sistemi biraz daha çıkmaza sokuyor. Sonunda emeklisine “çok yaşadın” diyen bir sosyal güvenlik anlayışı, hepimizi pejmürdelikleriyle derinden sarsmaya başlıyor.
Bir ülkenin sosyal güvenlik sistemi, vatandaşının uzun yaşamasına sevinemiyorsa o sistemin ahlâkî zemini çökmüş demektir. Bir toplum, yaşlısını maliyet artışı olarak değil emeğin hatırası ve yaşlılığa saygı olarak görmelidir. Çünkü o emekli maaşını alan eller, bu ülkenin yollarını düzeltti, taşlarını döşedi, madenlerini çıkardı, sokaklarını süpürdü, omuzunda yük taşıdı, yıllarca dayanılmaz sıkıntılar çekti. Emeğiyle geçinen dar gelirliler, çocuklarını okutmak için uykusuz kaldılar, ek mesailerde ömürlerini tükettiler, enflasyon altında ezildiler. Her ne sıkıntı yaşadılarsa her defasında hallerine şükrettiler, sabrettiler.
Daha dün, üniversitedeki doktoru özel hastaneye geçtiği için hastalığını tedavi ettiremeyen emekli bir arkadaşımla görüştüm. "Özel hastaneye gidemiyorum, maddi olarak gücüm yetmiyor. Oturduğum şehirde hastalığımı o hocadan başka tedavi edecek doktor da yok. Kaslarım eriyor!" dedi.
Unutulmasın ki o fedakâr emekçiler sayesinde kamu sektörü ve özel söktör ayakta duruyor! Yine unutulmasın ki hiçbir sosyal güvenlik sistemi “vatandaşı az yaşasın ya da perişan olsun” diye kurulmaz! Gerçek sosyal devlet, insan ömrünü kısaltmaya değil vatandaşına kaliteli yaşam sunmaya yönelik sosyal projeler geliştirir. Temel ihtiyaçlarını karşılayacak, refah seviyesini yükseltecek bir emekli maaşını ona çok görmez! Hak ettiği refah payını âdilce dağıtır ve böylece kendi insanına vefa borcunu öder. Başka türlü nasıl sosyal devlet olunur ki?..
İçimi yakan bu konuyu, yine içimi yakan mısralarla dile getireyim:
"Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhuyla;
Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhuyla..."
Sosyo-ekonomik şartlar bizi ne kadar zorlarsa zorlasın, hukukî zeminlerde hak aramaktan vazgeçmemek gerekir. Bir de umudumuzu, sevgi ve saygımızı, huzurumuzu, merhamet ve muhabbetimizi asla kaybetmeyelim. Eskilerin tabiriyle "Bu da geçer ya hu!" Kalın sağlıcakla.