Geçen gün bir arkadaşım "Kabahati kendinde aramayan bu adamı kibir ve küstahlığı mahvedecek!" dedi. Öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilmiş adamın hakikaten ukalalık paçasından akıyordu. Nefret, öfke ve intikam duygusuyla saldırmaya hazır, azgın bir İspanyol boğası gibi burnundan soluyor, ayaklarıyla adeta toprağı eşeliyordu.

Bu nefret sarmalı gözlemlenerek eksantrik ruh halinden birtakım sonuçlar çıkarılabilir: Büyük beklentiler, hayal kırıklığı ile sonuçlanırsa insanın iç dünyasında derin travmalar oluşturur. Daha sonra hayal kırıklığı cesareti beslemeye başlar. Eğer cesaret kontrol edilemez ise sahibini küstahlaştırır. Bu açıdan bakıldığında arkadaşımın tespiti doğruydu: "Kabahati kendinde aramayan bu adamı kibir ve küstahlığı mahvedecek!"

Kendini dairenin merkezine yerleştirip çizdiği çemberin çevresini "marabalar"la dolduran egoistler, zaman içinde bir kast sistemi oluşturduklarını bile kavrayamazlar. Bu taifeye sorarsanız yaptıkları mutlak doğrudur. Onlar kendilerini geleceğin umudu, tek karar vericisi olarak görürler; çünkü gücün sadece kendilerinde olduğunu zannederler. Bundan dolayı itirazı hiç sevmezler; eleştiriye, farklılığa, ışıltıya, alternatife tahammülleri yoktur. Rakiplerini değil kendi içlerinde farklı düşünenleri hedef alırlar. "Biz ne dersek, o olur!" şımarıklığı ile herkesin kendilerine biat etmesini beklerler. Oysa hakikat bir gün yüzlerinde bir tokat gibi patladığında şaşırıp kalırlar. "Böyle bir şey nasıl olabilir?" diye feryat ederler. Bu kabullenemeyişin ardından hemen faturayı başkalarına keserek kendilerini rahatlatırlar.

- Öyle ya, onlar ağadır, güç sahibidir; ağalar hiç hata yapar mı? Bu fitne, marabaların ihaneti ve isyanıdır! Derhal müdahale edilmeli ve bu âsilerin başları "tiz" vurulmalıdır! Yoksa...

Bu pimpirikli tipler, oldum olası toplumun kanayan yarasıdır. Milleti hakir gören, topluma tepeden bakan o kadar çok küstah gelip geçti ki bu dünyadan... Söylediklerimize inanmayanlar gidip mezarlıklara baksınlar. Dillere destan servetiyle ne Karun kaldı dünden ne altın eğerli atlarını dört nala koşturan toprak ağaları!.. Bir zamanlar şehrin Arnavut kaldırımları ağaların körüklü siyah çizmeleriyle gıcırdardı. Perili ahşap konakların avlu kapısında silahlı nöbetçiler bekler, müştemelatta harıl harıl aşçı kadınlar çalışırdı. Sabahın erken saatlerinde tarlaya giden ırgatların sesi duyulurdu. Meşin kırbacıyla havada " vışşşt!..." sesleri çıkaran ağaların ayak işlerini kahyalar görürdü.

"Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde..." El vurdu, sel vurdu, yel vurdu; o devr-i saltanat da, o tantanalı servetler de yel olup uçtu, toz olup yere göğe savruldu. O ihtişamlı konaklarda şimdi baykuşlar tünüyor! Antik şehirlerin yosun tutmuş mermerlerinde kertenkeleler oynaşıyor!

Bizim Yunus ne güzel söylemiş:

Yalancı dünyaya konup göçenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

Üzerinde türlü otlar bitenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

İnsan bu dünyada neyi bölüşemez ki? Bu kavgalar, gönül kırmalar, adamlık taslamalar, afralar tafralar hep bu makam, mevki, mal, mülk, para, pul, şöhret ve saltanat için midir? Siz, sizden öncekilerin halini hiç görmez misiniz? Hayatta hiçbir şey kalıcı değildir; bu da geçer ya hu!

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Al biraz da sen oyalan.

Haydi bir anekdotla bitirelim. Yunan mitolojisinde Eros aşk tanrısıydı, Jül Sezar Roma'da İmparator... Baksanıza bugün biri don markası oldu öteki salata... Bu dünyada hiçbir şeye güvenmeye gelmez. Nereden nereye değil mi? Yüzünüzden gülümseme eksik olmasın. Kalın sağlıcakla.