Geçen hafta, uzun zamandır görüşemediğim eski bir arkadaşımla hasret giderdik.

Güzel ve sakin bir ortamda çaylarımızı yudumlarken sohbetimiz derinleşti. Laf lafı açtıkça toplumsal sıkıntılardan ailevi meselelere kadar pek çok konuyu konuştuk.

Arkadaşım, “en büyük sıkıntım, ne yaparsam yapayım bir türlü çocuklarımı memnun edemiyorum” derken, üzgündü. Bütün çabasına rağmen kimseye yaranamadığını, bunun da hem kendisini hem de eşini yıprattığını dile getirdi.

Bir evin içinde bile herkesi aynı anda memnun etmek zorken, koca bir toplumda bunu başarmaya çalışmak neredeyse imkânsızdır. Günlük hayatın telaşı içinde koşturup duruyoruz; işler yolunda gidiyor gibi görünse de çoğu zaman istediğimiz sonuca ulaşmakta zorlanıyoruz. Bir de herkesi memnun etme gibi bir huyumuz varsa, bu hem bizi yıpratır hem de sıkıntıya sokar. Çünkü herkesin gönlünü aynı anda hoş tutmak mümkün değildir.

Eskiler bu duruma “İki arada bir derede kalmak” derler. Halkımız da bunu kısaca “Ne İsa’ya ne Musa’ya” diye özetlemiştir.

Liseli yıllarımda yaşadığım bir olayı hâlâ unutamam. İzmir Fuarı’na gitmek bizim için büyük bir ayrıcalıktı. Üç arkadaş birlikte gitmiştik; fakat farklı istekler arasında karar vermek imkânsız hâle gelmişti. Biri “Sinemaya gidelim” dese, öteki “Maça gidelim” diye ısrar ediyordu.

Hani deriz ya: “Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık!” Ben ikisini de kırmak istemedim ama sonunda tavrımı netleştirdim:

“—Siz istediğiniz yere gidin, ben fuarda dolaşacağım.”

İkisine de yaranamamıştım. Aralarında sanki gizli bir çekişme vardı. Fakat kesin tavrım sayesinde fuarı gezme amacımızı gerçekleştirmiş olduk. O günü çeşitli etkinliklere katılarak tamamladık.

Günün donunda şunu öğrenmiştim: “İnsan bazen başkalarının değil, kendi iç sesinin rehberliğine kulak vermelidir.”

Bugün toplum olarak yaşadığımız tablo da bundan çok farklı değil. Eğitimden sağlığa, ekonomiden siyasete kadar her alanda benzer ikilemlerle karşılaşıyoruz. Bir karar alındığında mutlaka bir kesim memnun olmuyor; ne yapılırsa yapılsın, birileri “yanlış” bulurken başkaları aynı kararı “doğru” görebiliyor.

Ama kesin olan şu: “Herkesi memnun etmeye çalışan, kimseyi memnun edemez.”

İşin özeti, siyasetten belediyeciliğe; eğitimden aile hayatımıza kadar hiçbir alanda tam bir memnuniyet mümkün olmuyor. Yol yapılır, biri “Neden buraya yapıldı?” der; yapılmaz, öteki “Neden yapılmadı?” diye şikâyet eder. Millî Eğitim’de yeni müfredat hazırlanır, bir kesim gereksiz bulur, diğeri yeterli görmez. Ekonomide alınan tedbirler de böyledir; kimine göre “israf” olan, bazılarına göre “tasarruf” sayılabilir. Alınan her karar birilerini sevindirirken başkalarını kırabilir. Bu da hayatın değişmeyen gerçeklerinden biridir.

Önemli olan, herkese yetişmek değil; vicdana ve toplumsal faydaya uygun kararlar alabilmektir.

Bazen ne kadar uğraşsak da istediğimiz sonucu alamayız. Böyle zamanlarda işi akışına bırakmak en doğru olandır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin şu sözleri kulağımıza küpe olmalıdır:

“Hak şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayreyler,

Ârif anı seyreyler,

Görelim Mevlâ neyler,

Neylerse güzel eyler.”

Bugün canımızı sıkan tartışmalar, belki yarın daha sağlam bir düzenin kapısını aralayacaktır. Önemli olan günü kurtarmak değil, gelecek nesillere bırakacağımız değerleri düşünerek karar almaktır.

Demem o ki; “Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak” çoğu zaman bir eksiklik değil, toplumun ortak iyiliğini gözetmenin bir sonucudur. Asıl mesele, her işte vicdanın sesine kulak vererek doğru bildiğimiz yolda yürüyebilmek, sağduyuyu kaybetmemektir.

Eğer bunu başarabilirsek, belki herkesi memnun edemeyiz ama gelecek kuşaklara yüzümüzün akıyla bırakabileceğimiz bir toplum düzeni inşa edebiliriz.

Bu konuda yapmamız gereken tek şey vardır: “Adalet terazisini elden bırakmamak!”

Sağlık ve huzur dileklerimle…

İyi haftalar.