Meşhur tarihi hikayedir, bilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet, İstabul’u alırken içeride din adamları meleklerin cinsiyetlerini tartışmaktadırlar. Biz bu hikayeyi, toplumun çürümüşlüğü olarak ele alırız. Oysa aslında gerçeklik kaçışından başka bir şey değildir.

Bilimin, “sanal, simülasyon”; teolojinin “Rüya, yalan” dediği ama bizim algılarımızla masaya vurduğumuzda tak diye ses çıkaran, bildiğimiz Newton realitesinden söz ediyorum.

Gerçeklikten kaçışın görsel imgesi nedir?

Bir sahne anımsatacağım. Sokağınızda bir kaza oluyor. Ve herkes kazanın olduğu yere koşuşuyor. Siz çok da uzak olmayan bir noktadan görüyor ve içgüdüsel bir ürpertiyle yaklaşıyorsunuz. Çünkü aynı yoldan gelecek olan sevdiklerinizi bekliyorsunuz. Kaza alanına geldiğiniz an, gördüğünüz yürek parçalayan manzara karşısında ellerinizi yüzünüze kapatıyorsunuz.

Dehşet anında başını avuçlarının içine alma, yüzünü kapatma davranışı o anki gerçeklikten uzaklaşma dürtüsüdür.

Gerçeklikten bireysel kaçışla, toplumsal kaçış arasında bağlantı var mıdır?

Elbette. Birey gerçeklikten kaçışını ilkin dürtüsel olarak gösterir, devamında ise başka yöne bakarak. Başını çevirmek, görmezden gelmek de bir kaçış şeklidir. Birey toplumun parçasıdır. Öznel kaçışlar nesnellikte de benzer şekilde kendini gösterir.

Nasıl?

Tekrar Konstantiniye’de meleklerin cinsiyetini tartışan din adamlarına dönelim.

O günün şartlarında XI. Konstantinos Dragas, imparatorluğunda yaşayan halk, ağır vergilerin altında ezilmekte, açlık ve sefaletin içinde perişan haldedir. Bildiğiniz yöneticileri tarafından eziyet gören sefil halk manzaraları. Derdini anlatabileceği bir devlet kapısı, hakkını arayabileceği bir hukuk sahası yoktur. Sesini çıkaranın zindanlarda çürüdüğü, yoksulluk ve ahlaksızlığın at başı koşturduğu bir ortam. Evet evet, adaletsizlik ve yoksulluk birleşince insanın ahlaki normları çöker. Bilinç devreden çıkar, beyin amigdalanın yani ilkel tarafın yönetimine bırakır kendini.

Konstantiniyye’nin o günkü zavallılığını, bugüne uyarlayalım mı?

Semt pazarlarına sıçramış ağır pahalılık, tek tek kapanmakta olan küçük işletmeler, yüksek borçların altında inleyen şirketlerin, gittikçe yoksullaşan ve üstelik şikayet edecek mercii bulamayan halkın çaresizliği konuşma konusu olarak Kılıçdaroğlu’nu seçtiriyor. Onu ve eskiden temsil ettiği partiyi konuşmak olsa olsa acı gerçeklikten kaçıştan başka ne olabilir?

Sahi melekler dişi midir erkek mi? Huriler varsa Nuriler de var mıdır?