Sen çok yaşa Şükrü Erbaş. Bakın ne diyor “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” adlı şiirinde?
Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokusu içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler…
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
Şiir, buradaki satırlara sığmayacak kadar uzun. Lütfen tamamını internetten bulup okuyunuz.
Sözcükler; Şükrü Erbaş’ın kaleminden, “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” şeklinde, sert bir başlıkla dökülmüş. Ve şair;cahillikten, cehaletin getirdiği fütursuzluktan, edep ve adap bilmezliğin ve bu bilgisizliğini pervasızca savunan fındık beyinlilikten bezmişliği ile içini dökmüş; …
Köylülük ancak köyde geçerlidir. Hangi köyde? Eğitim alamamış, atadan deden gördüğünü, kurnazlıkla birleştirip öz çıkarına çalışan küçücük kesimlerde. Fakat bizim o küçücük dediğimiz kesimler, cumhuriyetin başlangıcından itibaren güçlü bir eğitime maruz bırakılmadığı için, yıllar içinde devasa popülasyonlara ulaşmış, şehirden kente göçlerle, “şehirlilik” kavramını kendi pervasız potasında eritmiş ve memleketin en güzide şehirleri kocaman köyler haline gelmiş.
Şehirliliğin ince zevkli, zarif davranış kalıplarını anlamak, almak, özenmek yerine aşağılayıp ayağı altında çiğneyip geçmiş.
Neresinden ele alacağımı şaşırıyorum. En güzide semtlerin apartmanlarında oturup, kapı önlerinde ayakkabı yığınları oluşturan, aynı apartmanın içinde, sanki orada yaşayan başka kimse yokmuş gibi bağır çağır konuşan; balkondan halılarını silkeleyen, gürültücü, kavgacı, anlayışsız, kör cahil yığınlara şahitlik ediyoruz.
Gittikçe çoğalan sayıları ile arabalı olanlar; trafiği kilitliyor, kazalara neden oluyor, kazazedeyi taşıyan ambulansın açtığı yoldan fırlayıp gözü açıklık ediyor, yaya olanları ise; toplu taşıma araçlarını ter kokusuyla iğrençleştiriyorlar.
Gittikçe çoğalan sayıları ile memleketin en güzide kurumlarının başına geçiyor, soyup soğana çeviriyor; hak, hukuk, adalet kavramlarını alnının ortasından kurşunlayıp geçiyor.
Gittikçe çoğalan sayıları ile kendi cehaletini gizlemek için aydın olana ve aydınlara karşı mızrak gibi dikiliyor ve cehaleti övüyor, yüceltiyor, fırsatını bulduğunda, bulduğu ganimeti iç edip geçiyor.
Gittikçe çoğalan sayıları ile demokrasi kavramını tezek haline getiriyor ve kışlık yakacak gibi değerlendirip kendi yağma deposuna atıveriyor. Ne memleket bilinci ne vatan sevgisi…
Mesele köylü olmak değil, köylülük kafasının memleketin her zerresine işlemiş olmasında. Adına “Toplumsal Yozlaşma” diyor uzmanlar. Yozlaşmanın sebebi eğitim ve kültürden uzak kalan köylü nüfusunun patlamış olması. Şiirin de aydın kesimin de asıl savaşması gereken mesele bu. Aptallıkla birleşen cehaletin elinde hem memleket, hem de sayıca her geçen gün azalan aydın kesim oyuncak olmuş durumdayız!