Toplum olarak “itiraz” kavramına ilginç kutsallıklar atfetmeye başladık. Herhangi bir şeye itiraz eden kişinin "farklı düşünen", "cesur" hatta "aydın" diye nitelendirilmesi ilginç ve tuhaftır. İtiraz bir haksızlığı düzeltmek, bir konuya olumlu katkı sağlamak, çözüm önerisi sunmak için yapılırsa değerlidir. Ama kişisel egoyu ön plana çıkarmak, kendini görünür kılmak, alkış toplamak amacıyla gerçekleştirilirse gösterişli bir performansa dönüşür.
Amerikan filmlerinde duruşma salonunda şov yapan avukatın tiyatral bir sesle:
- İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç!...
söylemininin büyüsüne kapılan birçok kişi artık her şeye itiraz etmeye başladı:
* Kararınıza itiraz ediyorum!
* Bilirkişiye itiraz ediyorum!
* Sınav sonucuna itiraz ediyorum!
* Söylediklerinize itiraz ediyorum!
Öyle anlaşılıyor ki son yıllarda herkes her şeye itiraz ediyor.
Oldum olası sosyal medyadaki seviyesiz tartışmalardan uzak durmaya çalışırım; çünkü sosyal medya bu konuda tam bir bilgi çöplüğüdür. Birinin paylaşımının altına, hemen itiraz eden bir koro gelip yerleşiyor. Bu karşı çıkışların çoğu konu ile ilgili değil. Mesela bir kişi “İstanbul’da toplu taşıma yine yine kızılca kıyamet, her yer tıklım tıklım.” diye bir paylaşımda bulunsa hemen altına kronik muhalefet birileri “Senin araban vardır, sen ne anlarsın halktan!” diye zehir zemberek cümleler yazmaya başlıyor. Bu kişi, şimdi gönül kırıcı bu ifadeyle halkın toplu ulaşım problemine çözüm mü bulmuş oldu? Hayır. Bu olumsuz tavır bir anlık parlamanın, “iyi laf söyledim” keyfiyetinin vazgeçilmez hafifliğidir.
Eskiden itiraz etmek düşünce birikimi ve emeği gerektirirdi. Bugün sadece klavye ile birkaç sert kelime yazmak, itiraz için yeterli hale geldi. “Sen cahilsin!”, “Sen anlamazsın!”, “Ben olsam şöyle yapardım!” gibi savruk cümlelerle ulu orta itirazda bulunan kişiler bir anda "vicdanın sesi"ne dönüşebiliyorlar. Bu sözde itirazlar, çoğu zaman narsisizmi besliyor. Narsist kişiler hakikati aramaz, sadece kendini onaylatmak ister.
Geçtiğimiz yıllarda bir sanatçının deprem bölgesine yardım konseri organize etmesi, bazı vicdanlı (!) kişiler tarafından topa tutuldu: “Reklamını yapıyor!” diye ağır eleştirildi. Oysa konserin geliri tamamen deprem bölgesine bağışlandı. Ağzını açıp gözünü yuman bu insafsız kişiler, bu durumu hiç önemsemediler, duymak ve bilmek bile istemediler; çünkü onlar için önemli olan tek şey itiraz etmekti. Toplumda bu hastalıklı ruh haliyle dolaşan o kadar çok insan var ki...
Bir başka örneği de siyasetten verelim. Hangi parti açıklama yaparsa yapsın, aynı kişiler sırf karşı çıkmak için otomatik refleksle “itiraz” ediyorlar, açıklamanın içeriğine bakmıyor, sonucunu önemsemiyorlar. Onlar için asıl mesele “karşı durmak"tır. Çünkü bu tür tepkiselliklerde düşünsel çaba değil kimlik gösterisi ağır basar.
Çevrenizde dik dik konuşan, "Ben bu işleri bilirim" diye böbürlenen, bilgiç bilgiç etrafına çalım satan, egosunu tavaf eden aykırı tiplerle karşılaşırsınız. İki cümle söyleseniz, lafı ağzınıza tıkarlar, "Hayır öyle değil" diye reddiyeye başlar, arka arkaya birçok itiraz cümlesi söylerler. Ya sabırla onları dinleyeceksiniz ya da terk-i diyar eyleyeceksiniz. Sakın bu küçük bencillerin yanlışlarını düzeltmeye kalkmayın, size açıktan düşman kesilirler. Kaprisli adamlardır, önemsenmek, takdir görmek isterler. Bir o kadar da duygusal ve kırılgandırlar; toplumdan yeterince itibar görmezlerse hayata çabuk küserler. Onlar, bu toplumun gedikli itiraz fedaileri, bencilliğin yerel derebeyleridir.
Kısaca özetlersek günümüzde itirazın içi boşaltıldı; itiraz bilgi yoğunluğundan, hak arama faziletinden ve adalet duygusundan uzaklaştırıldı. Sıradan karşı çıkışlar, cehaletten ve egodan besleniyor. Bunlardan ilki toplumun ilerlemesine ve adalete katkı sağlar; ikincisi ise gürültüden başka bir şey üretmez.
Şimdi şu soruyu soralım: İtiraz ettiğimiz her şey gerçekten yanlış mı, yoksa itiraz bizi itibarlı ve görünür kıldığı için mi hoşumuza gidiyor?
Ülkemizde son yıllarda bir "itiraz endüstrisi" türedi. Her gün bu sahada binlerce yeni üretim yapılıyor; taze tartışmalar başlatılıyor, yeni “ haklı çıkışlar” ortalığı tarumar ediyor, yepyeni ego paketleri sunuluyor. Maalesef bu üretim; dedikoduyu, çekememezliği, kuşkuyu, vesveseyi, iç huzursuzluğu, çatışmayı ve kimlik bunalımını besliyor.
Kur'an'ın ifadesiyle tamamlayalım: "min şerr'il- vesvâsil Hannâs" (Vesvese verip sonra gizlenenin şerrinden Allah'a sığınırım.) Hayatın karmaşasını, başkalarının düşüncelerini ve kendinizi fazla önemsemeye değmez. Baksanıza hayat akıp gidiyor. Bugün bir daha geri gelmeyecek. Zamanın kıymetini bilin. Gönlünüzü hoş tutun, hanenize neşe ve huzur dolsun. Kalın sağlıcakla.