Kırk yıldan beri evlatlarını teröre kurban veren bir ülkede barış karşıtlığı akıl kârı değildir. Herkes terörün bitmesini, gencecik çocuklarının yok yere katledilmesini istemiyor. Bu emperyalist oyunun herkes farkında.
PKK terörünün bir Kürt meselesi olmadığını, Cumhuriyet Dönemi öncesine dayanan emperyalist bir kışkırtmanın politize edilerek isyana teşvik edildiğini; silah desteği sağlandığı ve lojistik yardımda bulunulduğunu, Beka Vadisi'nin terörist kamplarına çevrilerek askerî eğitim verildiğini, köy ve karakol baskınlarıyla silahlı çatışmaların başlatıldığını, bu lanet olasıca terör örgütünün Batı emperyalizmince desteklendiğini; asker, sivil binlerce insanımızı çatışmalarda, köy baskınlarında, yol kesmelerde şehit verdiğimizi herkes biliyor.
Devletin terörle amansız mücadelesi sonucunda, PKK'nın silah bırakma ve kendini feshetme karararı alması elbette sevindiricidir. Fakat bu durum toplumda büyük bir heyecanla karşılanmadı. Birçok kişi PKK'nın fesih kararına ihtiyatlı yaklaştı. Toplumda "acaba altından bir Çapanoğlu çıkar mı?" endişesi mevcut. PKK'nın fesih bildirisinde Lozan'ı gündeme getirmesi, Cumhuriyet'in kuruluş felsfesini tartışmaya açması kaygı uyandırdı. Bunu PKK'ya verilen bir taviz olarak değerlendirenlerin sayısı az değil. Bunca yıl terörden muzdarip olmuş bir toplumun bu tür endişelerini normal karşılamak gerekir. Husumete dönüşmüş bir kavganın bir günde sona ermesini ve yaraların sarılıp sarmaş dolaş olunmasını beklemek, en hafif tabiriyle hayalperestliktir.
Terör örgütü Suriye'de PYD, Irak'ta PÇDK, İran'da PJAK adı altında faaliyetlerini sürdürüyor. PKK'nın sadece Türkiye'de silah bırakması ve kendini feshetmesi neyi ifade eder? Terör örgütünün devlet yapılanması olan KCK'dan hiç bahsedilmiyor. KCK'nın yasama, yürütme, yargı yapılanmalarına ne oldu? Yürütme alanında faaliyet gösteren kadın kolu KBJ kendini lav etti mi? KCK "idari adalet mahkemeleri, idari mahkemeler, halk özgürlükler mahkemeleri, halk mahkemeleri"ni sona erdirdi mi?
Türk kamuoyu ister istmez, Türkiye'de silah bırakan PKK'nın Suriye'de, Irak'ta, İran'da hâlâ etkinliğini devam ettiriyor olmasından tedirgindir. İnsanımız bunun bir aldatmaca olabileceğini düşünmekte haklıdır.
Halk arasında şöyle bir hikâye anlatırlar. Adamın biri yılanın hayatını kurtarır, yılan çok minnettar kalır, teşekkür eder ve ona yarın bu vakitte, yine buraya gelmesini söyler. Ertesi gün adam aynı yere gider, yılan ona ağzında bir altın getirmiştir. Yılan, adama her gün buraya gelirse ona bir altın vereceğini söyler. Böylece adam ile yılanın dostluğu gelişir ve adam bir hayli zengin olur.
Adam yıllar sonra yaşlanır, hastalanır; durumu oğluna anlatır, bugün buluşma yerine gidemeyeceğini, kendisinin yerine o yere oğlunun gitmesini ister. Yeri tarif eder.
Oğul "Bu yılan her gün bir altın getiriyorsa ben bunu takip eder yuvasını ve altınların kaynağını bulurum, onu da oracıkta öldürürüm..." diye düşünür. Oğlan yılanla buluşur altını alır ve gizlice yılanı takibe başlar. Yılan yuvasına geldiğinde oğlan kılıcıyla yılanı öldürmek ister; ancak yılan ani bir hareket yapınca yılanın sadece kuyruğunu keser. Yılan o acıyla oğlanı sokar ve öldürür.
Bir süre sonra adam iyileşir ve yılanı bulur. Ona:
- Aramızda olanları unutalım. Dostluğumuz devam etsin, der.
Yılan:
- Bende bu kuyruk, sende de bu evlat acısı olduktan sonra biz artık dost olamayız, der.
Peki, terörize edilmiş bu acılar hiç unutulmaz mı, toplumda yeniden barış sağlanamaz mı? Ay geçer, yıl geçer elbette bu acılar da unutulur. Geriye köy baskınları ve şehit hikâyeleri kalır. Bugün derin acılar, ağır travmalar yaşayan, evladını kaybetmiş bağrı yanık anaların, "vatan sağolsun!" diye gözyaşlarını içine gömmüş gariban babaların, yetimler, öksüzler, kardeş acısıyla kıvranan ablalar, ağabeyler ve küçük kardeşlerin o derin acılarını küçümseyecek, şehitlerimizin, gazilerimizin aziz hatıralarını rencide edecek girişimlerde bulunmak, barış sürecini baltalar.
Bugün ihtiyatlı yaklaşılan barış süreci, yarın yerini dostluğa, samimi kardeşliğe bırakabilir. Ancak bu geçiş sürecinde güveni sarsacak olaylar, kışkıtmalar, şımarıklıklar, tahrik edici konuşmalar, gövde gösterileri, meydan okumalar ve yeniden çatışmayı körükleyecek ihanetler yaşanmazsa... Bir de Kuzey Suriye, Irak ve İran'da "Büyük Kürdistan" hayaline kapılan bölücüler, ileride "sıra size geldi" deyip emperyalizmin kışkırtmasıyla yeniden Türkiye'ye saldırmazlarsa zaman içinde barış elbette gerçekleşebilir. Ama bu süreç asla PKk'ya taviz vermekle gerçekleştirilemez!