Meşhur bir televizyon sunucusu, uyuşturucu kullanmak ve kullandırmak iddiasıyla tutuklandı. Elbette, mahkeme hükmünü verene kadar herkes gibi o da masumiyet karinesi kapsamındadır. Fakat yine de, içimizde bir ses “Ya doğruysa?” diye fısıldıyor.
Her akşam beyaz camda yüzümüze gülümseyen, evimize misafir ettiğimiz o "masum yüzlü" insanın, bir sabah bambaşka bir surette karşımıza çıkması... İşte o zaman insanın içi burkuluyor. Ama konumuz bu da değil.

Bu sunucu, bazılarına göre bir yandaş, bir “İslamcı.”

Bilirsiniz, son yıllarda hemen her hadisede iktidarı suçlamayı kendine görev edinen bir kesim var. “Bunlar kendi adamını korur!” diyen, senaryoyu hep önceden yazan o grup… Onlara seslenmek istiyorum: Biz de bu ülkede yaşıyor ve iktidarın,doğru-yanlış her işini sahiplenmiyoruz. Ama bu işler sizin bildiğiniz kadar da basit değil. Senaryo başka, devlet işi bambaşka...
Bakın, “dokunulmaz” denilenlere de dokunuluyor. Adnan Oktar’ı hatırlayın. “ Bu adam iktidara yakın, her türlü melaneti yapsa da ona bir şey olmaz,” diyenler vardı. Sonuç ne oldu? 8 bin küsur yıl hapis. Buna benzer birçok örnek bulunabilir.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıkladığı son rakamlar da aynı hakikati fısıldıyor:
31 Mart 2024 seçimlerinden bu yana haklarında soruşturma izni verilen belediye sayısı: AK Parti: 472, CHP: 267, MHP: 78, DEM: 16.

Soruşturma izni ne demek? “Bu dosya ciddi, savcılık buna el atmalı,” demek.

Peki bu izinler iktidarın atadığı müfettiş ya da muhakkiklerin incelemeleri sonucu verilmedi mi? Öyleyse neden iktidar belediyelerini “korumamış”?

Devlet idaresini çocuk oyuncağı sananlara, “Bir dilekçe, bir telefon, bir rica” ile her şeyin çözüleceğini düşünenlere şaşmamak elde değil.

Bir anekdot gelsin… Belediye başkanlığı günlerimden: Her gün bir şikâyet, bir istek… Kimi kaçak çıktığı kata göz yummamı ister, kimi arsasının imara açılmasını, kimi cezasını affetmemi.
Ben, “Bu iş yasal değil,” derim.
Cevap hazırdır: “Sen istesen yaparsın başkan! Ama işine gelmiyor.”
Ne kadar tanıdık bir cümle, değil mi?
Benim cevabım da hep aynı olurdu: “Kardeşim ben padişah değilim. Bu işi yaparsam, beni, yasanın pençesinden kimse kurtaramaz!”

Bir keresinde, çok bilmiş bir vatandaş, işinin yasadışı olduğunu bile bile şöyle demişti:
“Başkan, zaten onun için geldik. Yasal işleri memurlar da yapıyor. Mühim olan yasa dışı işleri çözebilmen.”
Ben de gülmüştüm: “Kusura bakma, öyle bir hünerim yok.”

Başhekimlik zamanlarımdan, bir başka gece... Saat 01.30. Tanıdık bir ses telefonda. Trafikte alkole takılmış, hastanemize gönderilmiş. Sözü kısa: “Raporu temiz çıkaralım, hocam.”
Oysa imkânsız!
Ve benim gözümde o, yanlış bir dost olmasa bile , ben, onun gözünde artık “işe yaramaz bir dostum.”

Varsın öyle olsun. Benim içim rahat ya, önemli olan o.

Bir başka gece, bu kez direksiyonda eşim. Başörtülü. Polis ekipleri çevirmede, aracımızı durduruyor. Bir “hohla” aleti uzatıyorlar. Eşim şaşkın, hatta biraz kırgın: “Başörtülü halimizle içki mi içeceğiz?” Ben gülüyorum. Eğilip fısıldıyorum, şaka ile karışık:
“Üfle, üfle... Başörtülüymüşsün, değilmişsin fark etmeyecek. İstersen Diyanet İşleri Başkanı ol. Bunu üfletecekler. Belli. ”

Herkese eşit davranan bir devlet, vicdanların en güvenli limanıdır.

Zaten istenen de bu değil midir?