Utanıp sıkılması olmayan, şımarık, sırnaşık, yılışık, yüzsüz kimselere; arsız deniyor. Arsız şımarık çocuk anlamında da kullanılıyor. Yazıya konu arsızlar, öyle çoluk çocuk falan değiller; baya kerli ferli, yetişkin bireyler. Bu bireyleri özellikle iş, siyaset, basın dünyasında sıkça görüyoruz. Arsızlar ve arsızlıklar saymakla bitmez. Her şeyi isteyen ama hep isteyen bazı iş adamları, siyasetçiler, gazeteciler ve televizyoncular var ki: Toplumsal ahlak değerlerini bozacak, etkileyecek derecede arsızlaştılar.
Bazıları arsızlığına bakmadan; sürekli eleştirir, sürekli şikâyetçidir ve sürekli ağlarlar. Timsah gözyaşları döktüklerinden; başkasının gözyaşlarını göremeyecek kadar körler. Arsızların bulunduğu ortamlarda, günümüzde kötülük bile sıradanlaştı. Sıradan bir ilişki biçimi oldu. Arsızların en belirgin özelliklerinden biriside; kendilerine güç toplamak için, örgütlü kötülüğü desteklerler ve örgütlü kötülükten beslenirler. Başka bir özellik; sürekli yalan üretirler. Bu nedenle günümüzde, ülke insanının gerçekle ilişkisi sorunludur. Bu sorun nedeniyle de, dürüst insanlar bu kadar yalanın içinde gerçeği aramak zorunda kalıyorlar. Ancak arsızlar yüzünden de, tatbikî gerçeği bulamıyorlar.
Arsızlar zamanla toplumsal değer yargılarından, kendi değerlerinden, kendi köklerinden kopuk yaşar. Bu nedenle de sürekli bir eksiklik içindedirler. Bu eksikliği tamamlama gayretleri, daha da arsızlaştırır. Onların ilişkileri, dikenli bir tel gibidir, dokunanları ve dokundukları herkesi kanatır, yaralar. Günümüzde arsızlık o kadar arttı ki; topluma iyiliği bile, güya arsızlar öğretmeye kalkışıyor. Bu anlayış, boyun eğmeyi kolaylaştırdı. İtiraz etmek, hayır demek zorlaştı. Arsız davranışlar ve yarattığı kültürel değerler; İnsanlara kolaya kaçmayı, güçlüye ve haksıza karşı boyun eğmeyi öğretti.
Menfaatten beslenen arsızlık, ahlaki ve etik değerleri yok etmeye başladı. Sosyal gerçeklik içinde baktığımızda; menfaat ile ahlakın yan yana olması da mümkün değil. Çünkü: Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister. Arsızlık her dili konuşuyor, her kılığa da giriyor. Bu nedenle günümüzde arsız olanla, olmayanı ayırt etmekte zorlaştı. Arsızlık kişinin kendisi ile yüzleşmesini önlediğinden; kendileri ile yüzleşemeyenler, gün geçtikçe yüzsüzleştiler.
Arsızlığın ilişkileri hep tek yönlü bir ilişki; o da sadece almaya yönelik. Hep bana, Rabbena ilişkisi. Günümüz arsızları karanlıkta gizlenen, ışık yanınca kaçan hamam böceklerine benziyor. Bu nedenle, aydınlığı, şeffaflığı, meşruiyeti, hakkı, hukuku hiç sevmiyorlar. İstedikleri her şey verilsin, kendisine hayır denilmesin, denetlenmesin, hesap vermesin istiyorlar.
Zamane arsızları öyle soysuzlaştı ki: Kamudan kredi çekmek, kamu ihalesi almak, işe girmek için göze batmak isteyenler; arsızlığı da azdırdılar. Yeni bir arsızlık tipi oluştu; azgın arsızlık. Azgın arsızların ilk yaptıkları iş kamuda etkin ve yetkin insanlarla fotoğraf çektirmek, görüntü vermek. Daha sonra kefeni giyip televizyonlara çıkmak. Azgın arsızlar cahil insanlar. Ancak kredi çekmek, işe girmek, ihale kapmak, tayin yaptırmak, imar durumunu değiştirmek, hazine arazisi almak için kefen giymenin; en kestirme, en kolay, en ucuz yol olduğunu bilecek kadarda uyanıklar!
Okuduğum bir kitapta; kurumlar, kültürler, toplumsal yargılar, değerler ve anlayışlar koşullara bağlıdır. Bunlar ancak koşullar değişirse değişir. Yazıyordu. Bir gün arsızlığı besleyen bu koşullar mutlak değişecek. Arsızlıkta koşullarla birlikte değişecek. Her zaman bir umut vardır. Umudumuz odur ki: Gelecek bugünün devamı olmasın.