Eski usul harman yerlerini bilir misiniz? Bizim zamanımızda biçer-döver yoktu. Biçiciler bizdik ve biçtiğimiz ekinleri yığınlar halinde toplardık. Sonra o teknoloji harikası(!) patoz getirtilir ve toz, sıcak, saman sapı, kum fırtınası gibi bir ortamda cehennemi bir süreç içinde kalırdık.

İşte benim beynim de harman yeri gibi. Toz, kum, sıcak, saman sapları arasında gözüm gönlüm kesmiyor ki bir iki kelam edeyim.

Neden?

Memleketimizin bir sürü sorunu var. Siyasi sorunlar, ekonomik sorunlar, sağlık sorunları, çevre sorunları, gençlik sorunları, liyakat, hukuk… Sür git…

Sorunların her birini birer koca taş olarak düşünürsek Kızılhisar bardakları gibi dizilip gidiyorlar. Ve en kötüsü her bir taşı kaldırdığında altında bugüne kadar hep göz ardı edilmiş, birikmiş onlarca sorun yumağı ile karşılaşıyorsun. Tıpkı doğada büyükçe bir taşı yerinden kaldırınca altından akreplerin fırladığı, çıyanların cirit attığı hatta minik kurtçukların vıgır vıgır kaynaştığı gibi. Taşı kaldırmaya gör…

Ütopik bir toplumu anlatan bir kitap okudum. Çocukları nasıl eğittiklerini öylesine masalsı bir dille anlatmış ki kendini cennette sanırsın. Özellikle benim gibi, delinin kuşağını bellediği gibi “Eğtim de eğitim!” diyen biri için taşlar tek tek kalkmaya başladı. (Al sana altından kaçan yılan çıyan!)

Kitap ütopikti ama benim beynim onu gerçeğe dönüştürmek istiyordu. Hem de elinde hiçbir yetkisi olmadan. Peh peh peh…

Kurgudaki masalda bildiğimiz tarzda okullar yok. Hayatın her ânı okul. Ve herkes öğretmen. Çocuklar ganimet, onların fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı bireyler olarak topluma katılmaları süreci ise uzun ama çok uzun süren bir ritüel. (Şu üç cümle, bir toplum nasıl kurulur sorusunun yanıtı olsa gerek.)

Bebekler doğar doğmaz eğitimin içindeler. Ağlayan zırlayan bebekler yok, markette istediği alınmayınca yerlere yatıp yuvarlanan veletler yok, ergenim ben diyerek ortalıkta üç buçuk atan, kapıları çarpıp, kendini odasına kilitleyen genç azgınlar yok…

Nasıl peki, nasıl?

Sorunun yanıtı o kadar kolay ki… Çocuğun tek bir annesi yok. Mesleği annelik olan yardımcı kadınlar var. Bu kitabın ütopyası. Gelelim gerçeğimize:

Sıkı durum “Çocuk eğitimi sorunu” taşını kaldırıyoruz. Bakıverin altından çıkanlara şimdi!

Taşın altından çıkan koca yılan: Bizim gerçeğimizde anne YALNIZ üstelik ÇALIŞIYOR! Baba yok mu demeyin. Her ikisi de evlerine yorgun argın dönüyorlar ve büyük olasılıkla zaten sevmedikleri işlerde çalışıyorlar. Onlar da berbat geçmiş bir çocukluk ve ergenlikten gelen ebeveynler. Çocuk eğitimine dair açıp tek kitap okumuşlukları yok. Belki çocuğu da sırf toplum baskısından veya dürtüsel olarak yaptılar. Onlara göre bir süre sonra çocuk eşittir BELA!

Şimdi çıyanlara bakalım: Anne doğumdan kısa bir süre sonra tekrar çalışmaya başlayacak ve bebek ya zır cahil bir bakıcının eline teslim edilecek ya da hiç olmazsa aç bırakmaz ve kucağına alıp sever inancıyla bir büyük ebeveyne bırakılacak. (Tabii varsa.) Annenin, iş yerinde bebeği aklına gelince memelerinden bir sızı geçecek, uçlarından süt akacak. Ve maalesef ama maalesef kadıncağız bir kuytu köşe bulup inek sağar gibi kendine süt sağma makinesi takacak. (Offff…)

Kurtçuklara gel: Diyelim ki anne babanın ekonomik durumu yerinde ve bebeklerini gündüz bakım evi denen bir yere bırakıyorlar. Oradakilerin eğitim durumu ne? Ya kız meslek liselerinin çocuk gelişimi bölümünden mezun genç ergenler veya stajyer ya da belki bir iki tanesi üniversite mezunu. Velev ki çok iyi eğitimliler ve bebeklerin karnını doyuruyor, altlarını temizliyor ve uyutuyorlar. Fakat bebeğin en büyük ihtiyacı SEVGİ… Biliyor musunuz bebeklerin tüm fiziksel ihtiyaçlarının giderilip büyütüldüğü yerlerde, kucağa alınıp sevilmezlerse çocukların ruhsal sorunları oluşabildiği gibi ZEKA GERİLİĞİ de oluştuğu tespit edilmiş. (Buyur buradan yak.)

Çözümün ne diye bağırasınız geliyor mu?

Taaa en başa, en başa dönmemiz lazım. Aynı avluda büyüyen ve çocuklara sürekli göz kulak olan hısım akraba ortamından feyz almamız lazım. Şehirlerin mahalleleri ve bittabi ki evler bu şekilde dizayn edilmeli. En fazla üç katlı evler yuvarlak sistemde yapılmalı. Mahallenin tam ortasında çocuk eğitim parkı olmalı.

Bu mahallelerde sadece çocuklu aileler oturmalı. Ve herkes herkesin çocuğundan sorumlu olmalı. Çünkü bilmeli ki o bir başkasının bebeği-çocuğu ile ilgilenirse, başkaları da onunkiyle ilgilenir. Yani kreş ortamı mahallesi olmalı. Çocuk sahibi olmaya karar veren ebeveynler, devlete başvurmalı ve kadının hamileliğinden itibaren akşam okullarına gitmeliler.

Sırf o çocuk eğitim parkını anlatmam için sayfalar lazım olacak. Çünkü ruhsal olarak anneliğe yatkın, iyi eğitimli ve yüksek maaşlı görevliler olacak o parkta.

Şu günün şartlarında öylesi bir mahallenin toplum dışına itilmiş, korkunç çocuk çığlıklarının yükseldiği, her türlü pisliğin kol gezdiği bir yer gibi düşlemiş olabilirsiniz. Ama tam tersi mümkün...

Fakat bunun için o taşları kaldırıp altını temizlemeye niyetlenen, tüm dürüstlüğü ve içtenliği ile yeniden bir toplum ve kalkınmaya koşan bir ülke yaratmak isteyen bir oluşuma ihtiyaç var. Çünkü mümkün…