“Ho hoyt! Kim kime saldırıyormuş? Şu Orta Doğu’ya sonradan yerleştirilmiş şımarık veletten mi söz ediyorsun?”

Evet, tam da ondan söz ediyorum. 100 yılı geçkin zaman önce, Osmanlı ufak ufak toprak bütünlüğünü kaybederken, Filistin topraklarının da küçük bir bölümü para karşılığı (dünyanın her yerinde sürülen) Yahudilere verildi. Kutsal kitaplarında yazdığına göre İsrail oğullarıydılar ve devletlerinin adı da İsrail’di. Zaman içinde bulundukları bölgeye sığamadıkça ilkin fakir Filistinlilerden toprak satın alarak, sonrasında zorla ve gaspla yerleşim alanlarını genişlettiler.

Peki bugün?

Dünyanın (görece) en güçlü ülkesi olan Amerika yönetiminde sağlam lobicilik yapıyorlar. Dünya basınını dizayn ediyorlar. Amerikan sineması ellerinde.

Dünyanın her yerinde açık ya gizli zenginliklerin başını Yahudiler çekiyor ve ülkelerine ekonomik destek yağdırıyorlar.

Daha dün Suriye’de çıkan savaşın göçmen rezilliğini biz üstlenirken, kaşla göz arasında Suriye’ye yerleşiverdiler. Artık komşu bir devlet İsrail.

Şimdi yine dibimizdeki İran’ı vuruyor.

Duyardık; “Önce Irak’ı parçalayıp yağmalayacaklar, ardından Suriye’ye girilecek, derken İran ve peşi sıra, sıra Türkiye’ye gelecek, deniyordu. Sözüm ona komplo teorisiydi bunlar.

Değilmiş…

Ve yine duyardık ki İran çok köklü bir ulustur; adları tarihte Pers İmparatorluğundan gelir, ne olursa olsun güçlü bir devlettir. Ve derdik ki İran’ı geçmek kolay olamaz. O güçlü bir ülke.

Öyle miymiş?

Ve gelelim bu yazının başlığına: Saldırıya açık olmamak için; dünyanın teknolojik, bilimsel, üretimsel şartları neyi gerektiriyorsa; bunu yapabilen ülkeler güçlüdür. Öyle uranyum zenginleştirmesi yapıyoruz dedikodusuyla olmuyor o işler.

Ülkenin iç huzuru ama ekonomik ama sosyal bakımdan yüksekse; her birey yarının kaygısından uzak, geleceğinden emin olarak yürüyorsa güçlüdür. Kadının saç teli gözüktü diye çağ dışı yöntemlerle ve uluslararası normlarda aşağılayıcı şekilde (kırbaçla filan) cezalandırılıyorsa saldırıya açıktır elbette.

Refah, üreten ülkelerin hakkıdır. Ama ille de ürettiği halde eline geçen parayla kirasını bile ödeyemiyorsa orada iç huzurdan söz edemezsiniz ve saldırıya açık hale gelirsiniz.

Fakirlikten topraklarını yabancılara satacak kadar düşmüş bir ülke iseniz doğrudan “Gel otur abi” diyorsunuzdur. Vatan toprağı, burası kanla sulandı bilinciniz yoksa saldırı size hakkı müstahaktır zaten.

Çok öfkeleniyorum… Güya İran’ı anlatıyordum…

Dönelim tekrar İran’a. Asıl ordunu bir çeşit lav ederek molla rejimini koruyacak yeni ordu kurarsan, yani bin yıllık ordu geleneğini sırf kendi ideolojini koruyacak şekilde dizayn edersen, o komutanlarını sıcacık yatağında avlarlar. Ya da kendi bekandan korktuğun için ordunun en kıymetli subaylarını hapse atar, kozmik odalarını ortalığa saçarsan tabiidir ki saldırıya açık hale gelirsin.

Hukuk sadece yönetim kadrosu ve onun avenelerine yarayacak şekilde yerlerde sürünüyorsa, eğitimde çağdaş yaklaşımlardan ziyade ürkek karakterli, milli bilinçten uzak ümmet kafalı bireyler yetiştiriliyorsa, tarımda dışa bağımlıysan, sanayicinin tepesinde zangoç olmuşsan SALDIRIYA AÇIK OLURSUN abicim.

Ben İran’ı anlattım, siz ne anladınız bilemem…

Bu arada en önemli konuyu unutuyorduk: Elbette görmüşsünüzdür ki; emperyalist güçler gelirken, ülkenin iç huzursuzluğunu kullanıyor. Yağmaladıkları tüm ülkeler tek adam rejiminden usanmış halkların topraklarıydı.

Bize gelince… Bizim için vatan savunması her bir değerden üstündür. O esnada vatanı kimin yönettiğinden çok, düşmanı Fırat ve Dicle’ye gömmekle meşgul oluruz.