SAĞIR SULTANLARIN ÜLKESİ

Bir ülkede ormanlar yanarken toplum sessiz kalıyorsa, depremde ihmali görüp konuşmuyorsa, marketteki etiketler her gün değişirken hâlâ “her şey yolunda” diyorsa o toplumda kitleler “sağır sultanı" oynuyor demektir.

Herkes her şeyi görüyor, duyuyor ve biliyor. Ama duymamış gibi davranıyor. Çünkü duymak sorumluluk ister. Sorunların parçası olduğunu kabul etmek ise cesaret ister.

Geçtiğimiz yaz Türkiye’nin dört bir yanında orman yangınları çıktı. Yangınlar devam ederken televizyon ekranlarında “kontrol altına alındı” cümlesi defalarca tekrarlandı. Aslında ekrandaki bu alt yazı bandı ile orman yangınları değil sorumluluk duygusu kontrol altına alındı.

Binlerce hektar orrmanımız kül oldu, köyler boşaltıldı, maddi ve manevi hasarlar oluştu; fakat hiçbir sorumlu kişi istifa etme erdemini gösteremedi. Yine sağır sultanlar sahnedeydi; duymazlıktan geldiler ve derin bir sessizliğe gömüldüler.

Sonra depremi yaşadık. Yıllardır konuşulan fay hatları kırıldı; ama asıl kırılan şey bu ülkede güven duygusuydu. On binlerce insanımız hayatını kaybetti. Onları deprem değil ihmalkârlık öldürdü. Bu işin sorumluları yine susmayı tercih etti, bu sefer onlarla birlikte toplum da sustu!

Eğitimdeki tablo ise her yıl biraz daha kararıyor. Bir nesil, eğitim sistemindeki değişikliklerin, sınavların, ezberlerin arasında kaybolup gidiyor! Geleceğini sağlayamadığınız gençlerin, yurt dışına gitme yollarını aradığı bir ülkede, biz hâlâ “Bizim zamanımızda böyle değildi" diyerek teselli bulmaya çalışıyoruz. Oysa eğitimin asıl amacı “bizim zamanımız" değil ülkenin geleceğinin planlanmasıdır.

Mutfaktaki yangın herkesin malumu. Marketteki fiyatlar, insanların sabrından daha hızlı artıyor. Asgari ücretin alım gücü düşük, emekli geçinemiyor, gençlerin işsizlik oranı her geçen gün büyüyor. Maliye Bakanı Şimşek: "Borçları ödeyemeyince faizlerini borçlanmak durumunda kalıyorsunuz." diyor. Hal böyle iken birileri hâlâ pembe tablolar çizip polyanacılık oynuyorsa ya mutfaktaki yangından haberi yoktur ya da bu zat-ı muhteremlerin tuzu çok kurudur.

Medyaya gelince... Artık birçok televizyon kanalı ve gazete “duymak istemeyenlerin kulağı” olmuş durumda. Haber peşinde koşan gazetecilerin başına gelenleri herkes biliyor. Kimini içeri tıkıyorlar kimini işten atıyorlar! Bunun yanında maddi sıkıntılarla boğuşan yerel televizyon ve gazeteler birer ikişer kapanıyor. Özel radyolar RTÜK lisans ücretlerini, müzik teliflerini ve teknik giderleri karşılamakta zorlanıyorlar. Gerekli hukukî düzenlemeler yapılarak bu problemler çözülmelidir. Yoksa yerel radyolar derin bir sessizliğe gömülecek.

Memleketin genel durumunu gösteren bu tablo karşısında toplumun önemli bir kesimi hâlâ susuyor.

• Susuyor, çünkü korkuyor.

• Susuyor, çünkü “Benim başıma iş gelmesin.” diyor.

• Susuyor, çünkü siyasî veya ticarî bağlılık serbestçe konuşmasını engelliyor.

• Susuyor; çünkü menfaati susmayı gerektiriyor.

Ama unutulmasın ki sessizlik, hiçbir zaman sığınılacak liman değildir. Bugün bir başkasına yapılan haksızlık, yarın bizim kapımızı çalabilir. Hz. Peygamber "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." diyor.

İnsanlar, artık “sağır sultanı” oynamaktan vazgeçmelidir! Çünkü sağır sultanların ülkesi olmaz! Sağır sultanların ülkesinde adaletten, vicdandan, hür iradenin sesi olmaktan bahsedilemez!

Kuzey Kore'de olup bitenlere bakar mısınız? Despotizmi alkışlayan yalakaların

televizyon ekranına yansıyan temennaları ve toplu ağlama seansları ne kadar yapmacık ve tiyatral görünüyor. Hep bir ağızdan bağırıp ellerini patlatırcasına alkışlıyorlar:

- Yaşa! var ol!

- Şak.. şak... şak!...

Kim Jong-un'un ülkesinde bunlar yaşanırken dünyanın bir başka bölgesinde, şehir meydanında toplanan kalabalıklar, kendinden geçercesine bağırıyorlardı:

- Yaşa! var ol!

- Şak şak şak!...

Meydanda, kalabalık arasında dolaşan bir meczup, avazı çıktığı kadar çevresindekilere şöyle bağırıyordu:

- Ölüm var, ölüümm!..

O gün, ne kalabalık meczubu anladı ne de içlerinden biri ölümü hatırladı. Hayat kendi hengamesinde akıp gitti.

Keskin bir kömür kokusu şehrin ahşap evlerini yalarken radyo, akşam haberlerinde Arap-İsrail Savaşı'nın başladığını duyuruyordu. Çizgili pijamalarıyla salonda dolaşan orta yaşlı bir adam, öksürük nöbetlerine tutulmuş sesiyle bağırdı:

- Kapat şu radyoyu, içimi karartıyor!

"Ne atom bombası,

Ne Londra Konferansı;

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!"

diyen insanların ülkesiydi burası... Gazze'de çocuklar ölürken beyaz güvercinlere güzellemeler yazan romantik şairlerin şehri... Hem konforumuz bozulmasın hem sorunlarımız çözülsün diyen sağır sultanların ülkesi...