Tam 102 yıldır Cumhuriyet kutluyoruz.
Bandolar çalıyor, fener alayları yürüyor, geçit törenlerinde herkes bir sıraya girmiş, resmi kabuller, Cumhuriyet baloları…
Ben de kutluyorum.
Ama her bayramda kendi kendime soruyorum:
“Adın Cumhuriyet olmuş, Monarşi olmuş ne fark eder?”
Cumhuriyet sözcüğü, tek başına kimseye demokrasi, özgürlük ya da adalet dağıtmıyor ki.
Arnavutluk, Azerbaycan, Bangladeş, Burkino Faso, Kamerun, Çad, Cibuti, Mısır Arap Cumhuriyeti, Kazakistan, Kırgızistan, Lübnan, Endonezya, İran, Irak, Mali, Nijer, Pakistan, Filistin, Senegal, Sudan, Tacikistan, Türkiye, Tunus, Türkmenistan, Özbekistan, Uganda, Yemen…
Liste daha uzun ama hepsinde demokrasi kısa.
Bir de şu “adı krallık olup da kendi krallıktan öte olan ” ülkelere bakalım:
Birleşik Krallık(İngiltere) İsveç Krallığı, Norveç Krallığı, Danimarka Krallığı, Hollanda Krallığı, Belçika Krallığı, İspanya Krallığı, Lüksemburg Büyük Dukalığı, Monako Prensliği ve JAPON İMPARATORLUĞU…
Adamlar hâlâ krallarını, kraliçelerini seviyorlar ama aynı zamanda, adam gibi çalışıp adam gibi harcıyorlar.
Ya biz?
Ha, yanlış anlaşılmasın: Atatürk düşmanı filan değilim, ama “insanı putlaştıran” bir toplumda, O’ nu insan gibi sevmeyi de unuttuk.
Atatürk de insandı, artılarıyla eksileriyle…
Allah bile mahşerde teraziyi kuruyor, “sıfır günah” değil, “sevaplar ağır basarsa” diyor. Yani ölçü sıfır hata değil.
Bizde ise: “Benim liderim hiç hata yapmaz.”
200 Yıldan Beri Bitmeyen Senfoni:
(1826-2026)
BATILILAŞMA SERÜVENİMİZ
Bizim batılılaşma serüvenimiz hiç bitmedi.
1826’da Islahat Fermanı ile başladı, 200 yıldır hâlâ “loading…” yazıyor.
Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet…
Her defasında “Bu sefer oldu!” zannediyoruz ama, sistem ikide bir yalpalıyor ve biz “yeniden başlat” diyoruz.
Piyanonun sesiyle bağlamayı barıştırmaya çalışıyoruz iki yüz yıldır.
Ama nafile…
Bir tarafta Beethoven dinleyip “Çağdaşlaştık!” diyenler, diğer tarafta sazıyla dert döken halk.
Bir yanda “sol majör gam”, öbür yanda “uzun hava”.
Birleştirmeye çalıştıkça, ya biri gıcırdıyor, ya diğeri kopuyor.
Geçenlerde yine televizyonu açtım, kanun virtüözümüz Göksel Baktagir konuşuyordu:
“Güzel Sanatlar Liselerinde sadece Batı müziği eğitimi veriliyor.”
Yani Mozart hâlâ derste, Itri ise hep teneffüste…
Üniversitelerde de aşağı yukarı aynı tablo:
İTÜ, Hacettepe, Ege…
Hepsinde piyanonun sesi bağlamayı, tamburu bastırıyor.
Tamburun sesi uzaktan duyuluyor ama notaya geçince “sistem hatası…Error! ”.
İyi ki, başımızda, Batı hayranlığını körü körüne alışkanlık haline getirmiş bir yönetim yok!
Yoksa bir Mozart bestesi milli marşımız olabilirdi alimallah!
28 Şubat yıllarında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir etkinlik sırasında Batı Müziği çalan orkestrayı göstererek, “İşte Çağdaş Türkiye,” diye gururla göğsünü kabartıp gerdan kırması aklıma geldi de…
Neyse.
Bu gidişle Batılılaşma serüvenimiz kesintisiz devam edecek efendim.
Hoşça kalın.