İnsanlar kaça ayrılır? İyiler ve kötüler mi? Yok, öyle değil.
İlle de ikiye ayıracaksak, sıfırdan gelenler ve sıfırı tüketenler diye ikiye ayırsak olur mu mesela? Yine olmuyor değil mi? Olmasına olmuyor da, sıfırdan gelenler denince sizde neler çağrışıyor?
Hayır hayır, sakın ha, hiç yüzük konusunu açmayalım. Çünkü oraya girersek “Tek varlığım bu yüzüktür”den girip, Yüzüklerin Efendisi serisindeki Gollum’un“Kıymetlimisss” söylemine kadar gideriz ki bir daha toplayamayız. Çünkü hepsi yalancı. Gollum ‘da, Kıymetlimiss de(!)
Sıfırı tüketmek de başka bir delilik olsa gerek. Olmayan şey nasıl tüketilir ki? Sıfırdan öncesi varmış ve varsılmış demek bu. Har vurup harman savurmuş,ya da salaklığına doymasınmış ve sonunda elde avuçta kalmamış olmalı. Fakat sıfır noktasına borçsuzluk olarak bakarsak kıymeti harbiyesi olan bir yer. Sıfırdan tırtıklamaya başlamak… İşte orası uçurum artık. Gitgide büyüyen borçlar ve altından kalkılamayan tıkanmışlık durumları… Bu daha sinir bozucu len!
Biz insanları kaça ayırırsak ayıralım, hepsinin sıfır ve arkadaşlarıyla bir ilişkisi muhakkak var. Kimi sıfırın önünde bir rakam olmak şartıyla, sağına onlarca sıfır ekleyerek büyütüyor kendini, kimi de eksilterek.
İlle de sıfırı tüketenlere takılıyorum ben. Ve mutlaka bu milletin kaç kere sıfırı tükettiğini kendisinin bile bilmediği aklıma geliyor. Öyle ya, ömrü sadece yüz yılı aşmış olan Türk devletlerinin sayısı ON ALTI. Kırk-elli-altmış yıllık ömrü olan devletlerimizin haddi hesabı şurada dursun adı-sanı yok. Düşünsenize kaç kere batırmış çıkarmışız. Kaç kere sıfırı tüketmiş ve yeniden varlık ilan etmişiz. Offf…
Bağımsızlığına bu kadar düşkün, tarihte VAR olmaya bu denli tutkulu bir milletin sıfırı tüketip, dibe vurup yeniden ayaklandıktan kısa bir süre sonra tekrar su koyuvermesi ne kadar trajik, değil mi? Bağımsızlık uğruna ölüyor ama korumaya gelince salağa yatıyor. Hay bin kunduz!
Acaba biz ölmeyi seviyor olabilir miyiz? Hani bağımsızlık uğruna ölmeyi?
Sanırım ölmek de dahil tadına baktığımız şeyleri yeniden istiyoruz. Bu yüzden sık sık “bu millet seçimden vazgeçmez”,“demokrasiden vazgeçmez,” “Cumhuriyetinden vazgeçmez” diyorum. Çünkü tadına baktı. Çünkü insan tadını bildiği şeylerin özlemini çeker. Keşke…
Ama keşke zenginliğin ve refahın da bir kerecik olsun tadına bakmış olsaydık… İşte o zaman hiç kimse bizi kurtlu makarna veya yeşil kartla kandıramazdı.
Dileğim odur ki hatıramdaki tatlı kadının aşermesi gibi bir şey olsun, halk olarak hepimiz zenginliğe aşerelim ve insanlık onurunu çiğneyen yardımları elimizin tersiyle itip geçelim.
Evet evet, başlığa konu olan kadını geçen yıl tanıdım. Gebeliği esnasında yabancı bir belgeselde görmüş. Bir grup avcı, yaban ayısı vurmuş, yüzmüş ve bütün olarak çevirmesini yapmışlar. Çevirme dediğin hemen pişivermez. Büyük et pişene kadar, harlı ateşin közlerinden azıcık yana kaydırıp oracıkta pençeleri de ocağa atmışlar.(Bizzat onun benzetmesiyle); “Ah o tırnakların arasındaki patilerin etleri pembe pembe… Löp löp…” İzlerken ağzının suları akmış bizimkinin.
Akşam eve gelen kocanın vay gele başına! Karısı, közde pişmiş ayı pençesine aşermiyor mu?
İşte dileğim ayı pençesine aşerer gibi zenginliğe ve refaha aşerip bu memleketi yeni baştan kalkındıralım. Tadını bilmesek de, hayali bin sevdaya değer!