HAY ÂNINI!

Sakiiiinnn…

Küfretmiyorum.

An’dan; şu kendini ölçen saatlerle belirleyip kendimizi ona uyumlamaya çalışırken anlamını ve yaşamayı kaçırdığımız zamanın en küçük parçasından söz ediyorum.

Yeni dönem öğretilerin tümü insanın kendini kendinde tamamlaması ve iyileşmesi için ilk adımın anda kalmak olduğunu söylüyor. Aslında eski dönem inanç ritüellerinde de aynı temaya vurgu yapılıyor. İslam’ın günde beş vakit namazları, Yahudiliğin günde üç vakit dua anları (sabah (şahrit), öğlen (minha) ve akşam (arvit), Hristiyanlığın Pazar ayinleri… Hepsinin özünde ânda kalmaya davet var. Dünya kaygılarından uzak, kendine giden yolu bulabilmek için Tanrı ile baş başa kalma ritüelleri.

Peki, anlaşılmış mı? Tam şuraya alaycı bir gülümseme bırakıyorum. :)

İnsanın kendine giden yolu bulabilmesi ne muazzam bir öğreti. Yunus Emre fısıldıyor:

İlim, ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsen, Ya bu nice okumaktır?

Şiirin tamamında insanın kendine yolculuğu vardır. Yunus’un açtığı yoldan gelen Hacı Bayram Velî’nin sözleri çok daha vurucu.

Bilmek istersen seni, Cân içre ara cânı.

Geç cânından bul ânı, Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef´âlini, Ol bildi sıfâtını,

Anda gördü zâtını, Sen seni bil, sen seni.

Daha eskiye gidelim mi? Milattan sonra 150 yılında yapıldığı söylenen, müzik, uyum ve ışık tanrısı Apollon tapınağı girişindeki alınlıkta Kendini Bil yazmaktadır.

Yani yüzünüzü hangi çağa veya hangi öğretiye dönerseniz dönün, farkına varacağınız temel öğreti kendini bilmek.

Veeeee…

Kendini bilmenin, bulmanın, anlamanın, bağışlamanın ilk adımı ânda kalmak. Şu düttürü dünyanın uyduruk problemlerinden arınıp kendi içsel yolculuğuna çıkabilmek.

Yapabiliyor muyuz? Eh, bir alaycı gülümseme daha bırakıp, “Hay ânını!” diyelim. :)