GÜLMEK

Çocukluğum Honaz/Kaklık kasabasında geçti. O tarihlerde kasabadaki baskın olan üretim; toprağa dayalı üretim ve hayvancılıktı. Benim ailem hayvancılıkla uğraşırdı. Soy ismimde oradan gelir. O dönemde küçükler büyüklerden önce sofraya oturmaz ve yemek yemeye başlamazdı. Çocuğu olanlar kendi analarının babalarının, büyüklerinin yanında; kendi çocuklarını sevemezdi. Olur olmadık yerde gülmek ayıptı! Erkekler ise pek gülmezdi. Genelde asık suratlı olurlardı. Arada sırada gülen birisine, “karı gibi neden gülüyorsun” diye söylemek, hakaret olarak algılanmazdı.

İnsanın çocukluğu vatanıymış. Çocukluğumda yaşadığım kültür ortamı ve süreç içinde oluşan değer yargıları nedeniyle; bugün sevincimi, dışarı vurmakta, zorlanırım. Çile çekenlerin, çeşitli nedenlerle üzülenlerin, sıkıntı çekenlerin çok olduğu ortamlarda; gülmek de insanın içinden gelmiyor zaten.

Hakim olarak çalışırken, samimi arkadaşlar, “ yüzün mahkeme duvarı gibi”, tam da Mahkeme salonuna yakışıyorsun derlerdi. Bu bir övgümü yergimi diye düşünürdüm. Övgüden daha çok olumsuz bir tespit gibi gelirdi. Bu söz, içimde kimseye anlatmadığım bir rahatsızlığım olarak kaldı. Bu nedenle gülen insanları, gülme eyleminin kendisini severim ve çok önemserim. Güler yüzlü insanlarla zamanı paylaşmayı daha çok severim. Şanslıyım eşim, kızım Ayşe ve oğlum Onur güleç yüzlüler. Benim gibi asık suratlı değillerdir. Onları gülen yüzleriyle görmek, zaman geçirmek; yaşamımdaki en güzel anlardır.

Caddelerde, sokaklarda, otobüslerde, metrolarda, pazarda insanların yüzüne dikkatle baktığımızda: genelde suratların asık, yüzlerin gülmez olduğunu görüyoruz. İnsanların suratları, yağmur yağmadan önceki siyah bulutlarla kaplı gökyüzü gibi. Ortalık koyu renk giyinen, asık suratlı, ciddi görünümlü erkeklerle dolu olunca; gülmek, güler yüzlü insanlar, güler yüzlü ortamlar daha bir anlam kazanıyor. Bu anlam nedeniyle, ‘gülmek’ üzerine yazmaya karar verdim.

İnsan okuduğu ile şekillenirmiş. Çok karamsar kitapları okumayı sevmiyorum. Sadece eleştiren, karamsar televizyon programlarını izlemiyorum. Yüzü gülmeyen ve hep eleştiren insanlardan uzak durmaya çalışıyorum. Şen neşeli, güler yüzlü insanların yanında, daha bir huzur buluyorum. Çünkü tebessüm, kana en hızlı karışan, ilaçmış. Tolstoy, “ güzel bir gülüş karanlık bir eve giren, güneş ışığına benzer” diyor. Hep güneş ile gülen, neşeli insanları yan yana iç içe düşünürüm. Düşündükçe yaşam enerjim, motivasyonum çoğalır. Kendimi iyi hissederim.

İnsanın yaşamında gülmesi önemli, en önemlisi de güldürebilmesi. Okuduğum bir kitapta; insanlar mutlu oldukları için gülmez, güldükleri için mutlu olurlar, yazıyordu. Bu nedenle gülmek; insan yaşamındaki en güzel eylemlerden birisi. Gülmek sadece mutluluğun ifadesi değil. İnsan bazen öyle güler ki, en büyük acılarını gülerken gizler. Daha da önemlisi yönettiğin toplumu, yönettiğin şehirdeki insanları, aileni, arkadaşlarını ve tabi ki kendini güldürebilmektir. Topluma parmak sallayan siyasetçileri, bu tip siyasetçilerin papağanlıklarını yapan televizyoncuları, gazetecileri yaşamımdan çıkardım. Çok itici, ilkel, zavallı ve gülünç geliyorlar. Esasında, gülünç olmadan, güldürebilmek ne büyük erdem.

Yaşadığımız coğrafyadaki savaşlara, teröre, ekonomik sıkıntılara, hayat pahalılığına, işsizliğe, yarın kaygısına, strese rağmen; gülen ve güldürebilen insanları, siyasetçileri, televizyon programcılarını; sayıları bir elin parmakları kadar az olsalar da alkışlıyorum.