GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM

Bugün bir şiirle başlayalım yazıya.

Gün Eksilmesin Penceremden

Ne doğan güne hükmüm geçer

Ne halden anlayan bulunur.

Ah aklımdan ölümüm geçer

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur ve

Gönül tanrısına der ki:

Pervam yok verdiğin elemden

Her mihnet kabulüm

Yeter ki

Gün eksilmesin penceremden.

Cahit Sıtkı Tarancı

Cahit Sıtkı Tarancı'nın ezberimdeki çok sevdiğim şiirlerinden biridir bu şiir. Penceremizden güneşi görmek, güneşin doğuşunu, batışını görmek, masmavi gökyüzünde, rüzgarın önüne katılmış bulutları görmek, ne büyük ve vazgeçilmez mutluluk değil mi?

Cahit Sıtkı, olaylar karşısında çaresizliğini, ölümü düşünürken, her türlü eziyete katlanabileceğini, tek isteğinin güneşi görmek olduğunu söyler.

Güneşe haksız yere hasret kalanları düşünüyorum. Görevlerini hakkıyla yaparken, yalan ve iftiralarla zindanlara tıkılanları düşünüyorum. Belediye başkanları, belediye çalışanları, gazeteciler sanatçılar siyasiler.

Ne Anayasa Mahkemesi kararları ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ne halkın vicdanı, yetmiyor özgür bırakılmalarına. Kişiliklerinden ve doğru çizgilerinden ödün vermeyen tüm tutukluların, bir an önce salıverilmeleri gerekiyor.

Sokrates hiç suçu yokken o günün güçlülerine meydan okuyup, doğru bildiklerini söylemeyi sürdürdüğü için yargılanmış. Baldıran zehiri ile ölümüne karar verilmiş. Baldıran zehrini içmeden önce karısı:

"Haksız yere cezalandırılıp ölüyorsun Sokrates" deyince,

Sokrates: "Ya haklı yere cezalandırılsaydım" demiş.

Haksız yere cezalandırılıyor birçok kişi. Bütün arayıp taramalarına, iftiralara, iftiracılara rağmen bir kanıtları yok.

Cahit Sıtk'nın, her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden, deyişi Nazım Hikmet'in 'Güneşi İçenlerin Türküsü' şiirini getirdi aklıma. Birkaç dizesini paylaşmak isterim.

Güneşi İçenlerin Türküsü

Düşmesin bizimle yola

evinde ağlayanların göz yaşlarını

boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar

Bıraksın peşimizi

kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar.

İşte

Şu güneşten düşen ateşte

milyonlarca kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar,

göğsünün kafesinden yüreğini,

şu güneşten düşen ateşe fırlat

Yüreğini yüreklerimizin yanına at.

Akın var güneşe akın

Güneşi zapt edeceğiz

Güneşin zaptı yakın.

.....

İçeridekiler günümüzün Pir Sultan Abdalı, Şeyh Bedrettin'i, Köroğlu'su Nazım'ı, Orhan Kemal'i, Yaşar Kemal'i Sabahattin Alisi.

Zamanında onları mahpuslarda çürütenlerin adlarını kimse hatırlamıyor. Günümüzde lanetle anılıyorlar.

Haldun Taner'in ölümsüz eseri "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" oyununu izleyenler vardır sanırım. Haldun Taner bu oyunu 1964 yılında yazmış. 10 yıl sonra yapısını, tarihsel ve toplumsal değişiklikler bağlamında gözden geçirmiş ve oyuna 12 Mart dönemini de eklemiş. Bu eserde 31 Mart vakasından 71 muhtırasına kadar bireysel ve toplumsal anlamda yaşanan dönüşümlerin yanı sıra, hiç değişmeyen şeylerin taşlamasını yapıyor. Oyunda yoksul bir aileden gelen, hayatı sorgulamadan yaşayan, dürüst vicdani ile varlıklı bir ailede doğan, servetine servet katarak yükselebilmek için, her yolu reva gören Efruz isimli iki zıt karakterin hayat hikayesi aktarılıyor. Hiciv, mizah ve yer yer hazin hikayelerle ilerleyen oyun, sınıfsal farklılıkların, birey ve sosyal yaşam üzerindeki etkileri, insan tabiatı, vatan sevgisi, iyilik-kötülük gibi konulara dair sorular sorduruyor.

Bu bilgileri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tanıtım bülteninden aldım.

Haldun Taner oyunda yeni bir güncelleme yapıp günümüzü de anlatsa, ne Efruzlar çıkar, 'gözlerimi kaparım vazifemi yaparım' diyecek Haldun Taner'i tanıtmak isterim biraz.

16 Mart 1915 İstanbul doğumlu, 1986'da İstanbul'da ölmüş. Öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazetecidir. Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. Tiyatro eserlerinden bazıları:

Günün Adamı, Huzur Çıkmazı, Keşanlı Ali Destanı, Eşeğin Gölgesi, Vatan Kurtaran Şaban, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı...

Öykü kitapları: Tuş, Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu, Ayışğında Çalıkuşu...

Fazıl Say'ı takip ediyorum sosyal medyada. Her sabah bildirimi geliyor Messenger'dan.

Dünyanın neresinde konseri var, programında neler var görüyorum. Bazen güzel videolar geliyor, keyifle izleyip dinliyorum. Fazıl Say'la hiç karşılaşmadım. Babası Ahmet Say Denizli'ye geldiğinde görüşürdük zaman zaman. İyi bir insan, iyi bir edebiyatçı, iyi bir müzik bilimcisiydi. Üniversiteye müzik kitaplarını getirirdi. Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Dekanı Efe Akbulut ve Mimar, yazar Süleyman Boz'la bir araya gelirdik. Bazen Oğlu Fazıl'dan söz ederdi, Fazıl Say çok iyi yetişti ve dünyaca ünlü bir müzisyen oldu. Yerli ve milli deniyor ya Fazıl Say tam o tanıma uygun. Ünlü şairlerimizin şiirlerini besteliyor. Ülkemizi dünyada temsil ediyor, tanıtıyor. Doğanın korunması konusunda çok hassas. Madencilere karşı, Kaz Dağları'nın zirvesinde konser düzenledi. Hayvanları ve insanları seven, değer veren bir güzel insan.

Muhyiddin Abdal'ın şiirinden bestelediği İnsan İnsan şarkısından dizeler paylaşalım.

İNSAN İNSAN DERLER İDİ

İnsan, insan derler idi

İnsan nedir şimdi bildim

Can can deyu söylerlerdi

Ben can nedir şimdi bildim.

****

Kendisinde buldu bulan

Bulmadı taşrada kalan

Canların kalbinde olan

İnanç nedir şimdi bildim.

****

Bir kılı kırk yardıkları

Birin köprü kurdukları

Erenler gösterdikleri

Erkân nedir şimdi bildim.

****

Sıfat ile zat olmuşum

Kadr ile berat olmuşum

Hak ile vuslat olmuşum

Mihman nedir şimdi bildim.

****

Muhyiddin eder Hak kadir

Görünür her şeyde hazır

Ayan nedir, pinhan nedir

Nişan nedir, şimdi bildim.

Muhyiddin Abdal ( 16. yy )

Bugünlük bu kadar yeter sanırım. Hoşça kalın, dostça kalın,umutsuz kalmayın.