Aslen Denizlili olan Gürsoy, İznik çinilerinin unutulmuş renklerini ve desenlerini yeniden canlandırarak bu kadim sanatı modern dünyaya tanıtan bir efsane. Kütahya’daki atölyesinde yüzlerce öğrenci yetiştiren, elliden fazla ülkede sergiler açan ve eserleriyle müzeleri süsleyen Gürsoy, sanatına ve yaşamına dair samimi bir sohbetle bizleri ağırladı. Çini sanatını “göz musikisi” olarak tanımlayan usta, her fırça darbesinde toprağa adanmış bir ömrü, kültüre sevdalı bir yüreği ve geçmişten geleceğe uzanan sağlam bir köprüyü yansıtıyor. Denizli’ye olan bağlılığını, Pamukkale Üniversitesi’nde geleneksel sanatlar bölümü açılması için aldığı sözle taçlandıran Gürsoy, aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi tarafından onurlandırılmış bir sanatçı. İşte Dr. Mehmet Gürsoy’un yaşam hikayesi, sanatının incelikleri ve anıları…

606

SANAT YOLCULUĞUNUN BAŞLANGICI: DENİZLİ’DEN KÜTAHYA’YA

Soru: Sanat yolculuğunuz nasıl başladı, hocam? Denizli kökenli olduğunuzu biliyoruz, ama bu yönünüz pek bilinmiyor. Bize bu başlangıç hikayesinden bahseder misiniz?

Dr. Mehmet Gürsoy: 1950 yılında Denizli’nin Bekilli ilçesinde doğdum. 10 yaşında ailemle Kütahya’ya taşındık. Kütahya, çini sanatının merkeziydi. Çocuk yaşlarımda çarşıya her çıktığımda vitrinlerdeki çiniler beni büyülerdi. Denizli’de böyle bir sanatla tanışmamıştım. 1975 yılında Kütahya yakınlarında bir köyde ilkokul öğretmenliği yaparken çini sanatına ilgim derinleşti. Vitrinlerdeki çinilerle kitaplarda gördüğüm tarihi İznik çinileri arasındaki farkı fark ettim. “Bu sanat nasıl bir sanat?” dedim ve araştırmaya başladım. Lise yıllarında resim sanatına olan ilgim bu merakımı körükledi. Araştırdıkça, karşımda koskoca bir imparatorluk sanatı buldum. İnsan hayatında yükselmekten ziyade derinleşmek önemlidir. Derine indikçe çini sanatının ahengini, estetiğini, zerafetini ve dengesini gördüm. Dedim ki, “400 yıl kimse bu sanatla uğraşmamış, fırça edip çizmemiş, boyamamış, pişirmemiş. Bismillah, yola çıkalım!” Hocaların hocası, değerli hocam Prof. Muhsin Demiral ile yollarımız kesişti. Sanatın inceliklerini ondan öğrendim ve dokuz yıl boyunca türbelerde, müzelerde eserleri inceleyerek bu sanatı hayata geçirmeye çalıştım.

608-1

ÇİNİ SANATINA ADANMIŞ BİR ÖMÜR: “GÖZ MUSİKİSİ”

Soru: Çini sanatına olan tutkunuz nasıl gelişti? Sizi bu sanata bu kadar bağlayan neydi?

Dr. Mehmet Gürsoy: Çini sanatını “göz musikisi” olarak tanımlıyorum. Musikinin notaları laleler, karanfiller, güller ve sümbüllerdir. Her fırça darbesinde toprağa adanmış bir ömür, kültüre sevdalı bir yürek ve geçmişten geleceğe kurulmuş incecik ama sağlam bir köprü var. Çini, ateşin oyunudur; göz nurunu dökersiniz, 950 derece ateşe verirsiniz. Aynı zamanda mücevher renklerini sır altına gizler. Bu sanat, yaradana ayna tutar. Biz, yaratıcının güzelliklerini gözlemler, ahengi ve zerafeti nakşederiz. Sanat, bir aşktır. Biz bu sanatı çok sevdik, sevginin dozunu artırdık ve bu sevgi bir aşk haline dönüştü. Sanat, şifadır; ruhumuza, gönlümüze, gözümüze pozitif enerji katar. Çini, sadece bir obje değil, bir medeniyetin izlerini taşıyan bir mirastır.

604

İZNİK ÇİNİLERİNİN SIRRI: SARAY SANATINDAN HALK SANATINA

Soru: İznik çinilerinin özellikleri nelerdir? Neden bu kadar özel bir yere sahip?

Dr. Mehmet Gürsoy: İznik çinileri, Osmanlı sarayına yakınlığı ve çevresindeki kuvars madenleri sayesinde gelişmiş bir sanattır. Ulaşım kolaylığı, ustaların çizdiği desenlerin saraya hızlı bir şekilde ulaşmasını sağlamış. Bu nedenle İznik çinisi, bir saray sanatı olarak zirveye ulaşmıştır. Literatürde şöyle denir: “İznik bir saray sanatıdır, Kütahya bir halk sanatıdır.” İmparatorluk sona erdiğinde İznik sanatı durmuş, ama Kütahya’da halk sanatı olarak yaşamaya devam etmiştir. İznik çinileri, mücevher renkleriyle ve zarif desenleriyle dikkat çeker. Lale, karanfil, gül ve sümbül gibi motifler, bu sanatın ruhunu oluşturur. Her bir motif, bir anlam taşır; bu anlamları keşfetmek ve yaşatmak bizim görevimizdir.

600

UNUTULMUŞ RENKLERİN PEŞİNDE: MERCAN KIRMIZISI VE ZÜMRÜT YEŞİLİ

Soru: İznik çinilerinin unutulmuş renklerini nasıl yeniden canlandırdınız?

Dr. Mehmet Gürsoy: Geçmişte kullanılan mercan kırmızısı, zümrüt yeşili, lapis lazuli mavisi gibi mücevher renklerinin reçeteleri zamanla unutulmuştu. Bu renkleri yeniden canlandırmak için yoğun bir çalışma sürecine girdim. Önce lapis lazuli mavisinden başladım, ardından firuze taşının rengini hayata geçirdim. Zümrüt yeşili için üç-dört yıl, mercan kırmızısı için ise tam on yıl emek verdim. Ecdadın mücevher renklerini seçtiğini keşfettim; bu renkler, çinilere eşsiz bir derinlik ve ruh katıyordu. Her bir renk, bir mücevherin ışıltısını yansıtıyor. Bu renkleri yeniden hayata geçirerek İznik çinilerinin özgünlüğünü korumaya çalıştım. Bu süreç, sabır ve tutku gerektirdi ama sonuç, tüm yorgunluğa değdi.

SANATIN GELECEĞİNE IŞIK TUTMAK: PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİNDEN SÖZ ALDI

Soru: Sanatınızı genç kuşaklara nasıl aktarıyorsunuz? Denizli ziyaretinizde Pamukkale Üniversitesi ile ilgili bir girişimden bahsettiniz. Ayrıca, üniversitelerden aldığınız unvanlar da var. Bu konuda neler söylersiniz?

Dr. Mehmet Gürsoy: Kütahya’daki atölyemde ve Dumlupınar Üniversitesi’nde dersler vererek yüzden fazla çırak ve öğrenci yetiştirdim. Ayrıca yurtiçinde ve yurtdışında elliden fazla sergi açtım. Eserlerim, pek çok müze ve özel koleksiyonda yer alıyor. 50 ayrı ülkede 72 sergi gerçekleştirdim ve toplamda 2 milyon kilometre yol kat ettim. Amerika’daki ilk sergim Uluslararası Halk Sanatları Müzesi’nde gerçekleşti. Almanya’da NATO üssünde, Çin’de Pekin’de sergi açtım. Pekin’de sergi için gittiğimde, ilk yarım saatte tüm eserler satıldı. On günlüğüne çağrılmıştım, “Ne yapacağız şimdi?” dedim. Beni Çin Seddi’ne götürdüler. Burada bir muhabir röportaj talebinde bulundu. Bizde kabul ettik. Çini sanatıyla alakalı, “Bizden etkilendiniz mi” diye sordu. Orada, UNESCO koruması altındaki bir kayanın üzerinde konuşma yaptım. Sanatın doğum yeri Anadolu’dur; bu sanat, kaşarlardan Anadolu’ya, oradan dünya medeniyetine ulaşmıştır.

610

DENİZLİ’YE GELENEKSEL SANATLAR BÖLÜMÜ ÇOK YAKIŞIR

Denizli’ye her geldiğimde, memleketime olan sevgim artıyor. Pamukkale Üniversitesindeki etkinliğimizde Rektör beyefendi ile görüştüm ve geleneksel sanatlar bölümü açılması için öneride bulundum. Rektörden bu konuda söz aldım. İki haftada bir gelip özel dersler verebileceğimi söyledim. Bu, benim için kutsal bir görev. Doğduğum topraklarda bu sanatın yaşatılması ve yeni nesillere aktarılması, en büyük hayallerimden biri. Umarım bu bölüm açılır ve Denizli’den nadide sanatçılar yetişir.

“BENİ ÇOK GURURLANDIRDILAR”

Akademik dünyada da sanatıma değer verildi. 2019 yılında Üsküdar Üniversitesi Senatosu, beni takip ediyormuş. Rektör Prof. Nevzat Tarhan’ın sekreteri aradı ve “Yüksek İnsani Değerler Ödülü’nü size takdim etmek istiyoruz,” dedi. Kabul ettim, İstanbul’a gittim ve ödülü aldım. Bunu duyan Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, “Onlar verdi, biz vermez miyiz?” dedi ve bana Fahri Doktor unvanı takdim etti. Ayrıca, başka bir üniversite benim adımı bir amfiye verdi. Bu unvanlar, sanatımın ve çabalarımın akademik dünyada da takdir gördüğünü gösteriyor. Ama ben hala öğreniyorum, 50. yılımda bile öğrenmeye devam ediyorum. Sanat, toprağa kadar çalışmayı ve üretmeyi gerektirir.

UNESCO’NUN “YAŞAYAN İNSAN HAZİNESİ” UNVANI

Soru: UNESCO tarafından 2009 yılında “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanına layık görülmek sizin için ne ifade ediyor?

Dr. Mehmet Gürsoy: 2009 yılında UNESCO’dan bu unvanı almak, benim için büyük bir onur. Bir gün atölyeme altı kişi geldi, “Sizinle sohbet etmeye geldik, sanatınızı anlatır mısınız?” dediler. Anlattım, teşekkür edip gittiler. Ertesi gün Kültür Bakanlığı’ndan aradılar ve “Dün sizi ziyaret edenler UNESCO’dan bilim insanlarıydı. Sizi ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ unvanına layık gördüler,” dediler. 30 saniyede kuruldan geçtiğimi söylediler! Bu unvan, çini sanatına olan katkılarımın uluslararası düzeyde takdir edildiğini gösteriyor. Bu, beni daha da motive etti. Sanatımı ve ülkemi temsil etmek, bayrağımızı dalgalandırmak adına daha çok çalıştım. Avustralya’ya iki günlüğüne, Washington’a bir günlüğüne gittim. Hepsi ecdada saygı, ülkeme sevgi adına…

UNUTULMAZ ANILAR: SANATIN İZİNDE BİR HAYAT

İlk Büyük Ödül: 1986 Cumhurbaşkanlığı Yarışması

Dr. Mehmet Gürsoy: Sanat yolculuğumda dönüm noktalarından biri, 1986 yılında, sanatımın 11. yılında Cumhurbaşkanlığı himayesinde düzenlenen bir yarışmaydı. Herkes hazırlanıyordu, ben de “Hadi, sanatın neresindesin, bir ölç bakalım!” dedim. Yarışmanın sonunda üç büyük ödülün ikisini kazandım: Çini sanatı dalında birinci ve ikinci ödüller bana layık görüldü. Uluslararası bir akademik kadro, profesörler ve yabancı uzmanlar vardı. Bu başarı, renk arayışlarımı hızlandırdı ve orijinal mücevher renklerini hayata geçirme çalışmalarımı pekiştirdi.

AMERİKA’DAKİ SERGİ VE BAŞKONSOLOSUN TEPKİSİ (1991)

Dr. Mehmet Gürsoy: 1991 yılında Amerika’da, Washington D.C.’de bir sergim vardı. Türkiye’den bir sanatçı olarak Amerikan hükümeti sergimin açılışına bir diplomat göndermiş. Türkiye Başkonsolosu geldi. Ülkemin bir diplomatı gelmiş Yerimde durur muyum! Hemen koşup karşıladım. “Hoş geldiniz, beyefendi!” dedim. Ben Fransızca biliyorum birazda Almanca… İngilizce bilmiyordum. Başkonsolos kızıyor birşeylere, bağırıyor… Bizi davet eden Amerikalı profesör Türkçe biliyordu ve başkonsolosun, “Bu eserleri camilerden söküp buraya yapıştıramazsınız!” diye bağırdığını çevirdi. Meğer başkonsolos, eserlerin antika olduğunu sanmış! “İmzam köşesinde, bunları ben yaptım!” deyince, “Sen gel, bir öpeyim!” dedi. Bu, unutulmaz bir anıydı. Sanatımın hayata döndüğünü bilmeyenler bile vardı, ama bu olay, çini sanatının yeniden canlandığını göstermesi açısından çok anlamlıydı.

İNGİLTERE’DE REDDEDİLEN TEKLİF

Dr. Mehmet Gürsoy: İngiltere’de bir konferans veriyordum, aynı anda çizip ekrana yansıtıyordum. Soru-cevap kısmında bir İtalyan, “Bu sanatı benim ülkemde yapar mısınız? İstediğiniz bankada istediğiniz kadar parayı bloke edeyim!” dedi. Zekice ve nazikçe bir cevap vermem gerekiyordu. “Bu çiçekler Anadolu topraklarına aittir, sizin topraklarda yeşermez,” dedim. Adam, “Böyle söyleyeceğinizi biliyordum, şansımı denemek istedim,” dedi. Bu anı, sanatın köklerine bağlılığımı gösterdiğim bir anektod oldu.

ÖZAY GÖNLÜM İLE HEMŞEHRİLİK BAĞI

Dr. Mehmet Gürsoy: Denizlili hemşehrim Özay Gönlüm’ün Etnografya Müzesi’ndeki sergime geldiği anı unutamam. “Hemşehrim, bunların hepsini sen mi yaptın?” dedi. “Evet, ben yaptım,” dedim. Denizli şivesi ve İngilizceye benzettiği tarzda bir şeyler söylüyor ve gülüyor. “Anlamadım” dedim. İngilizler havalı konuşuyorlar ya, “Havanı batsın!” diyormuş Denizli şivesi ve İngilizceye benzeterek. Eserleri çok beğendiğini vurguladı. Bu, hemşehrilik bağımızın sıcak bir yansımasıydı. Özay Gönlüm’ün neşesi ve samimiyeti, o günü unutulmaz kıldı.

BÜYÜK ESERLER VE KÜRESEL ETKİ

Soru: Eserlerinizle birçok önemli projede yer aldınız. Barbaros Hayrettin Paşa Camii, Çırağan Sarayı ve Katar Emirinin malikanesi gibi… Bu projelerden bahseder misiniz?

Dr. Mehmet Gürsoy: Barbaros Hayrettin Paşa Camii için 5.000 karo çini yaptık, sadece beş tanesi kırık çıktı. Çırağan Sarayı’nı süsledik; sarayın ihtişamına uygun, mücevher renkleriyle bezeli çiniler tasarladık. Katar Emirinin Londra’daki malikanesini ve bir İngiliz kraliyet ailesi üyesinin malikanesini çinilerimizle donattık. Her proje, büyük bir sorumluluk. Ateşin oyunu bu; 100 eser koyarsınız, yüzde 40’ı çıkabilir. Ama Kadir Mevla’m yardım ediyor, bahtımıza güzel eserler çıkıyor. Talepler kesilmiyor, biz de sürelerini tahmin ederek planlama yapıyoruz. Her eser, bir medeniyetin izlerini taşıyor.

GENÇ SANATÇILARA TAVSİYE: SABIR, TUTKU VE DAYANIŞMA

Soru: Genç sanatçılara ne tavsiye edersiniz? Türkiye’de çini sanatının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Dr. Mehmet Gürsoy: Sanat, sabır ve tutku gerektirir. Genç sanatçılara, geleneksel sanatlarımızı öğrenmelerini ve bu mirası geleceğe taşımalarını tavsiye ediyorum. Her motifin, her rengin bir anlamı var; bu anlamları keşfetmek ve yaşatmak bizim görevimiz. Sanatı yapan herkes benim arkadaşımdır. Kimseyi kıskanmam; güzel yapanı tebrik eder, “Eline sağlık!” derim. Sanat, rekabet değil, dayanışma gerektirir. Türkiye’de çini sanatı ilerliyor, ama daha yapılacak çok şey var. 2018’de Londra’da bir müzayedede 40 cm çapında bir çini eseri 6.9 milyon dolara satıldı. Bu, ecdadın ne kadar büyük bir miras bıraktığını gösteriyor. Sanatımız, müzelerde ve koleksiyonlarda değer buluyor.

Pamukkale Üniversitesi’nde geleneksel sanatlar bölümü açılması için verdiğim öneri, bu sanatın Denizli’de de kök salması için bir adım. Rektörden söz aldım, umarım bu hayal gerçekleşir ve yeni nesiller bu sanatı dünyaya taşır.

ÇİNİ SANATININ EVRENSEL DİLİ

Soru: Çini sanatını evrensel kılan nedir?

Dr. Mehmet Gürsoy: Çini, bir göz musikisidir; laleler, karanfiller, güllerle konuşur. Mücevher renkleriyle ruhu besler, ateşin oyunuyla sabrı öğretir. Bu sanat, Anadolu’nun ruhunu taşır, ama evrensel bir dildir. Çünkü güzellik, her kültürde anlaşılır. Eserlerimiz, dünyanın dört bir yanında müzelerde, saraylarda, malikanelerde yer buluyor. Bu, çini sanatının evrensel gücünü gösteriyor.

Son Söz: Bir Sanatçı, Bir Miras

Dr. Mehmet Gürsoy, çini sanatına adanmış bir ömrün simgesi. Onun ellerinden çıkan her eser, bir medeniyetin izlerini taşıyor. İznik çinilerinin unutulmuş renklerini yeniden canlandıran, genç nesillere ilham veren ve dünyayı sanatıyla büyüleyen Gürsoy, “Sanat, yaradana ayna tutmaktır,” diyor. Denizli’den başlayan bu yolculuk, Kütahya’da derinleşti, dünyaya yayıldı ve UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanıyla taçlandı. Üsküdar Üniversitesi’nin Yüksek İnsani Değerler Ödülü, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin Fahri Doktor unvanı ve bir amfiye adının verilmesi, Gürsoy’un sanatının akademik dünyada da yankı bulduğunu gösteriyor. Pamukkale Üniversitesi’nde geleneksel sanatlar bölümü açılması için aldığı söz, memleketine olan vefasını ve sanatını geleceğe taşıma tutkusunu yansıtıyor. Onun gibi sanatçılar sayesinde, çini sanatı gelecek nesillere aktarılmaya devam edecek. ABDİL YAŞAROĞLU