Her yaşın günü var yaşanacak.
Genç kuşaklar daha yoğun düzeyde koşuşturmaca içindeler. Kimileri evlenme telaşında, tatlı tatlı gelgitler içinde.
Kimileri atama derdine düşmüş, bir bölüm de var ki kapı kapı iş arama kıskacında.
Orta yaşlılarsa bir başka kulvarda, önlerine çıkan/çıkarılan türlü engellerle cebelleşme uğraşında.
Bir bölümü yenice emekli olmuş, oluyor. Onlar da biraz daha başka engelli koşularla yüzyüze. Çocuklar ya yüksek öğrenimde ya da evlilik adımları atmada.
O mu zor, bu mu güç yahut n'apalım hanımlı beyli gece görüşmeleri...
Ek bir işte çalışma zorunluluğu emekliliğin tadına limon sıkmadan gecikmiyor!
Hayat, yaşa başa bakmadan herkese birşeyler sunuyor ya da dayatıyor.
Kimileri ev alacak, nasıl?
Kimileri araba edinecek, ama...
Kredi kartları kafaların tepelerine attıracak cinsten...
Düğün... değil, düğüm! Hem de kördüğüm!
Kara kara düşünmek devri geçti, koyu siyah karanlık düşünme süreci başlamış bile.
Doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor...
Öyle bir soru ki çok mu çok şıklı.
Takılardan ev eşyalarına, düğün salonundan oku dağıtımına, ev kirasına...var oğlu var!
Hikaye böyle olunca, çevreye şöyle bir göz atmak şart oldu.
Evlenme yaşı askerlik dönüşü pek de beklenmez, çoğunluk yirmi beşli yaşlarda yola revan olunurdu.
Son on onbeş yıla bu açıdan bakılınca, eski yılların "evde kaldı" esprisi günümüzde gerçek olmanın da ötesine geçti.
Ekonomi, geleceği ve hayalleri dizginliyor. Karartılan yaşamlar psikolojileri allak bullak ediyor. Bu da dalga dalga farklı boyutlarda 'suç" olarak meyvesini veriyor!
İnsanların bilgisi kültürü, sosyal yaşam çıtaları yükseldikçe çıkmaz sokak adresleri de çıkıveriyor önümüze.
İlk çare, bu eve kesinlikle "çift maaş" girmeli... Elde kalem kağıt başlıyor hesap kitap.
Yazıya geçmese de bir süre çocuk yapmayı erteleme düşüncesi, Anayasanın değiştirilmesi bile teklif edilemez maddeleri gibi akıllarda yerini alıyor.
Borçlar nasıl olsa birkaç yılda biter, tatil kaçmıyor ya...
Bunlar ve gibiler, geceleri sizi sorgulamayı sürdürüyor. Sabah uyanıyorsunuz, yarın başladı sanıyorsunuz! Oysa, düne uyandığımızı farketmemiz pek de fazla zaman almıyor...
Yarın, bize dünün emaneti. Dün bize yarını muştulamıyorsa yarın da bize öteki günü gelgellemeyecektir büyük olasılıkla.
Bunca karanlık ve umutsuzluk tablosu kimin eseri? Bizim bu tabloya katkımızın ölçüsü nedir? Buna farklı yanıtlar verilebilir. Ne ki, elimizde olsa hangimiz bu tuale fırça dokundururduk?
Yönetenler, karar vericiler sorumluluktan kolayca kaçamayacakken onları bu işten sıyırtanlar kimler acaba?
Bu soru yanıt bulur ve gereken yapılacak olursa, tüm hesap kitap işleri de, olumlu olarak, yerli yerine oturacaktır...
Hep şikayet etmek, hep sorun yaratmak, hep ertelemek yerine "sorgulamak" denilen mucize kültüre basvurmayı yeğlemeyi denemenin zamanı geçeli epey olmuş görünüyor...
"Atı alan Üsküdar'ı geçti" ya hani, bu da mı birşeylerin "dank!" etmesine yaramadıysa, elde kalem defter hesap kitaba devam...
Hayatı ertelememek elimizde. Sırtımıza onca yükü bindirenlerden kurtulmak elimizde.
Başkalarının verdiği karara biat edip el kaldıracağımıza; demokrasi ve adalet için "Yeter!" anlamında ellerimizi kaldırabilmeliyiz...
ŞİİRCE
Dalda kiraz, elde güvercin
Saksıda karanfil tutuklu.
Bebek kundakta, genç sokakta
Emekli yatakta tutuklu.
Harf sözcükte, sözcük cümlede
Cümle noktada tutuklu.
Şiirde sevi, kitapta şiir
Voltada adımlar tutuklu.
Bizde sen, sende biz
Yaşam yalnızlıkta tutuklu.
Gözde göz, dudakta söz
Sözde düşünce tutuklu.
Yıldız uzakta, ay bulutta
Dünya ateşte tutuklu.
Öz.
KısaCUK
Acının demindeyim,
nokta koyarsam namerdim.
Öz.