ANAYURT’TAN ATAYURT’A (5)

TÜRKİSTAN… TÜRKİSTAN!

Denizli’den binlerce kilometre uzaktaki Türkistan’a adım atar atmaz, bir haftalık yorgunluğumuz bir anda silindi. Şehre yaklaşırken rehberimiz, Hace Ahmet Yesevi Üniversitesi’nden ve üniversitenin kuruluşunda emeği büyük olan eski bakanımız Namık Kemal Zeybek’ten söz etti; anlattıkları, içimizde gurur ve heyecan uyandırdı. N. Kemal Zeybek’i yalnızca kurucu heyetin başkanı değil, bir gönül insanı olarak hatırlatması bir ahde vefa örneğiydi.

Türkistan, Kazakistan’a bağlı, yaklaşık 150 bin nüfuslu bir şehir. . Burası, Türk-İslam dünyasının manevi önderlerinden Hace Ahmet Yesevi’nin şehri… Eski adı “Yesi” olan bu topraklar, onunla hayat bulmuş, onunla anılır olmuş.

Taşkent’ten yola çıkıp beş saat süren yolculuğumuz boyunca Orta Asya bozkırlarının enginliği karşımızda uzandı. Yolun bir yanında heybetle yükselen Tanrı Dağları, adeta bize yoldaşlık yaptı. O an İçimden gençliğimizde marş olarak söylediğimiz Atsız’ın mısralarını söylemek geldi:

“Yufka yüreklilerle, çetin yollar aşılmaz;

Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na!”

Hace Ahmet Yesevi Türbesi’ne varmadan önce Aslan Baba Türbesi’ni ziyaret ettik.

Rivayete göre Aslan Baba, Hace Ahmet Yesevi’nin manevi hocasıydı. Menkıbeye göre Peygamber Efendimiz’in elinde kalan bir hurmayı “Bu emaneti ümmetimden birine ulaştır” diyerek Aslan Baba’ya vermiş; menkıbeye göre, yıllar sonra bu hurma daha çocukluğunda Ahmet Yesevi’ye ulaşmış. İşte bu bağ, Yesevi’nin manevi yolculuğuna ışık tutmuş.

Aslan Baba Türbesi’nden ayrılıp Hace Ahmet Yesevi Türbesi’ne yaklaşırken heyecanımız daha da arttı. Türbenin bulunduğu alan genişti ve alana girince hissedilen şey sadece yapının büyüklüğü değil; yüzyıllar boyunca gönüllere işlenmiş sevgi ve bağlılık hissiydi.

O an, Türkistan’a gelmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi düşündüm. Hace Ahmet Yesevi Türbesi’ni ilk gördüğümde, hem tarih hem de manevi bir derinlik hissettim. Türbe sadece bir mezar değil; Orta Asya Türk-İslam kültürünün canlı bir simgesi. Büyük kubbesi göğe yükseliyor, taş ve tuğla işçiliği yüzyılların sabrını ve özenini gösteriyor.

Yapının iç mekanı sa dışı kadar etkileyici…

Özellikle bir yemek kazanı, bütün dervişlerin ihtiyacını karşılayacak büyüklükte.

Büyük kuvvetli haşmetli türbe binasını daha ilginç yapan, yapının tam anlamıyla tamamlanmamış olması. Bazı kemerler ve kubbeler bitirilmemiş; bu eksiklikler bile türbeye ayrı bir tarihî karakter ve gizem katıyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yeri, bu değeri gözler önüne seriyor.

Bu geniş alanda ilk ziyaret ettiğimiz yapı, Yesevi Dergahı idi. Bütün yaşam alanları korunmuş ve yerindeydi. Bizi en çok etkileyen yerlerden biri de Yesevi’nin “çilehanesi” oldu. Rivayete göre Peygamberimizin 63 yaşında vefat etmesinin ardından Hace Ahmet Yesevi, bu yaşı aştıktan sonra kalan ömrünü yerin altında geçirmeyi seçmiş. Daracık, loş bir mekân; dünya nimetlerinden uzak bir teslimiyetin simgesi.

Türkistan, bizim için sıradan bir şehir değil; inanç, kültür ve tarihle yoğrulmuş bir hatıralar mekânı. Belki de bu yüzden Türkistan adı yüreğimde defalarca yankılandı:

Türkistan… Türkistan…

Türbe ziyaretinden sonra büyük olduğu kadar çok düzenle yapılmış devasa parkta müzik dinletisi yapan Kazak kızları da büyüleyiciydi. Geleneksel kıyafetlerle çimler üzerinde folklörik müzik gösterdi yapan kızların sesi hem kulağa hem gönlümüze dokundu.

Ezgilerinde geçmişin izleri vardı. Parkın huzurlu düzeni, türbenin ihtişamıyla birleşince insan hem dinleniyor hem de kültürel bir zenginliğe ulaştı.

Akşam yemeğini özel bir mekânda yedikten sonra, otelimizin bulunduğu yerdeki büyük göletteki su ve ışık gösterileri günün yorgunluğunu unutturdu. Bulunduğumuz kompleks, gördüğüm yapılar içinde belki de en mükemmel olanlardan biriydi. Bu eserin Türk girişimciler tarafından hayata geçirilmiş olması bizlere ayrı bir mutluluk ve gurur verdi. Buradaki gösterilerin kalabalık bir ziyaretçi kitlesi tarafından izlendiğini gördük.

Gezinin son sürprizi ise 8 boyutlu film gösterimiydi. Görsel ve işitsel olarak etkileyici bu deneyim, hem geçmişi hem bugünü hissettirdi ve geziyi unutulmaz bir finale taşıdı. Burada kemerlerinizi bağlıyor, tarihi adeta uçarak seyrettik.

Bu anı anlatmak yaşamaktan çok daha zor.

Binlerce yıl öncesinden bize miras kalan bu eserler hâlâ yaşamaya ve insanlara ilham vermeye devam ediyor.

Bugün uzun yolculuğumuz boyunca Türkistan bozkırında ilerledik. Türkistan’ı yaşadık, gördük ve hissettik.

YARIN: YENİDEN TAŞKENT VE

SEMERKANT’DAYIZ.