HARZEM BÖLGESİ – HİVE ŞEHRİ
24 Eylül Çarşamba günü sabah kahvaltısından sonra saat 09.00’da Buhara’dan otobüsle yola çıktık. Bugünkü durağımız, tarihte Harzemşahların kadim şehri Hive’ydi. Yolun yaklaşık yedi saat süreceğini duyunca uzun gibi geldi ama gördüklerimiz ve dinlediklerimizle zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.
Rehberimiz, ülkenin tarihinden başlayarak bize çok şey anlattı. Halkın çoğu tarımla geçiniyor, Karakalpaklar özerk bir yapıya sahip. Elektrik çoğunlukla barajlardan sağlanıyor, son yıllarda güneş enerjisi de önem kazanmaya başlamış. Özbekistan’ın altın rezervlerinde üst sıralarda yer aldığını, Türkiye ile ticareti geliştirmeyi çok istediklerini öğrenince içimden bir gurur geçti.
Yol boyunca üzüm bağları ve pamuk tarlaları uzanıyordu. Pamuk ekili alanların yavaş yavaş meyve bahçelerine dönüştüğünü duyunca bu toprakların bereketini hissettik. Gençlerin çoğunun çalışmak için Rusya’ya gittiğini öğrenmek düşündürücüydü. Ortalama maaşın 400 dolar civarında olması da ülkenin şartlarını gözümde daha net canlandırdı.
Yolumuz uzun ve meşakkatliydi. Boydan boya Kızılkum Çölü’nü geçtik. Amu Derya olarak bilinen meşhur Ceyhun Nehri’nin üzerindeki köprüyü geçerken heyecanlandık. Ne yazık ki bu nehrin suları da bir hayli azalmış. Çöl görüntüsü nehirle beraber bitiyor, yeşillik yeniden başlıyordu.
Hive’ye vardığımızda önce İç Kaleye yakın Pehlivan Otel’e yerleştik. Akşam yemeği için surların gölgesinde kurulan uzun sofradaydık.
Tandırda pişmiş taze ekmek ve renk renk salatalar sofrayı süslüyordu. Akşamın özel yemeği çorba ve Özbek mantısıydı. Bizim kafile için özel olarak getirilen Özbek sanatçılar, türküleriyle hemen yanı başımızdaydı. Arkadaşlardan bazıları sanatçılara eşlik etti, bazıları dans etti, bazıları ise masadan tempo tuttu. Tarih, müzik ve lezzet birleşince unutulmaz bir gece ortaya çıktı.
Ertesi gün Hive’nin dar sokaklarını, kerpiç evlerini ve sarımsı duvarlarını keşfe çıktık. İçan Kale, Kalta Minar, Muhammed Emin Han Medresesi, Cuma Camii, Taş Havlı Sarayı ve Pehlivan Mahmut Türbesi… Rehberimiz her birinin hikâyesini bıkmadan anlatıyordu.
Kunya Sarayı, Hive hanlarının uzun yıllar yaşadığı ve devlet işlerini yürüttüğü bir mekân. İçinde harem, cami ve divan bölümleri bulunuyor. Çarşıda rengârenk kumaşlar, el işi ürünler ve insanların samimiyeti şehre ayrı bir sıcaklık katıyordu.
Medrese duvarı dibinde ana-oğul el emeği tekstil ürünleri satıyordu. Eşim bir şalın desenini beğendi fakat aradığı renkten yoktu. Yarım saat sonra bir çocuk elinde paketle yanımıza geldi:
- “Aradığınız şalı buldum!”
Onun inceliği karşısında çok duygulandık. Şalı alıp çocuğa “Anam” şiirimizin nakaratını ezberlettik. Annesine hediye ederken yaşadığı gururu görmek tarifsizdi:
“Anam benim dünyadaki cennetim,
Anam varsa dünya benim cennetim.”
Hive’nin taş işçiliği kadar insanlarının sıcaklığı da buraları bizim için unutulmaz kıldı.
Bu akşam yemekten sonra 20 km mesafedeki Urgenç Havaalanı’ndan saat 24.00’te başkent Taşkent’e uçuyoruz. Mesafe 1000 km.
YARIN: ÖZBEKİSTAN’IN BAŞKENTİ TARİHİ TAŞKENT’TEYİZ.