ANAYURT’TAN ATAYURT’A (2)

ÖZBEKİSTAN 3. Gün: BUHARA

İlk iki günümüzü Semerkand’a ayırdıktan sonra, üçüncü gün sabah erkenden otelden ayrıldık. Saat 10.00’da hızlı trene bindik. 350 kilometrelik yolu bir buçuk saatte kat edeceğimizi duyunca şaşırdık; koltuklar rahat, tren temiz ve sessizdi. Pencerenin kenarında otururken, bozkırın üstünde uzanan güneşli toprakları izlemek ayrı bir keyifti. Kısa sürede Buhara’ya vardık ve şehir adeta bizi bekler gibi karşılıyordu.

Rehberimizin anlattığına göre: Buhara, “peri masalı şehri” olarak biliniyormuş ve 1991’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Tarih boyunca ilim ve kültürün merkezi olmuş; İmam Buhârî’den Bahâeddin Nakşibend’e kadar pek çok önemli âlime ev sahipliği yapmış bir şehirdeyiz. Buharada yürürken her taşın, her sokağın bir hikâyesinin varlığını hissettik.

İlk durağımız, Nakşibendî tarikatının kurucusu Bahâeddin Nakşibend Hazretleri’nin annesi Arife Hanım’ın türbesiydi. Şah-ı Bahaaddin Nakşibendi’nin vasiyetine uyarak önce annesinin türbesini gördük. Sessiz ve mütevazı atmosfer, insanı anaların değerini düşünmeye sevk ediyor. Hafif rüzgârla sallanan ağaçların gölgesinde dua ederken, zamanın burada yavaşladığını hissettik. Ardından Nakşibendî Türbesine geçtik; burada manevi bir derinlik bizi etkisine alıyor.

Yaklaşık 800 metre uzaklıktaki Şahı Nakşibendi Türbesi, külliyenin ortasında yer alıyor. Külliyede Kur’an okuduk, dualar ettik. Bahâeddin Nakşibendi hazretleri, Nakşibendî tarikatının kurucu piri olarak bir çok tarikatı etkilemiş, hâlâ saygıyla anılıyor. Külliye binalarında ve bahçesinde dolaşırken, geçmişin manevi havasını sessiz ama güçlü bir şekilde hissettik.

Sonraki durağımız İsmail Samani Türbesi oldu. 9. yüzyılda yapılan bu yapı, küçük ama görkemli; tuğla işçiliğiyle dikkat çekiyor. Her tuğlanın üzerindeki ince işçilik, binlerce yıl öncesinden bugüne bir köprü gibi uzanıyordu.

Çeşme-i Eyyüb Türbesi’ni de gezdik. Tarihî ve manevî havası bir arada sunan bu türbe, ziyaretçilerine huzur veriyor. Türbenin içinde etkili bir sessizlik hakim.

Bu türbede herhangi bir ulema tatmıyor “SU” türbesi deniyor.

Bolo Havuz Camii, yani 40 Sütunlu Cami, sıradaki ziyaret yerimizdi. Camii hâlen cuma ibadeti için kullanılıyor. Önündeki geniş havuz ve cami içindeki ahşap işçiliği, geçmişin izlerini günümüzle buluşturuyor. Caminin içinde ve dışındaki ahşap sütunlar insanı büyülüyor.

Şehir içindeki tarihi binalardaki muhteşem pazarlar hâlâ canlılığını koruyor. Pazarlardaki dar sokaklarda dolaşırken kuyumcuların parıltılı tezgâhlarına, renkli kumaşlara ve ışıldayan bakır kaplara bakarak kaybolduk. Havanın sıcaklığı, baharat kokuları ve pazardaki sohbetler, şehrin canlılığını hissettiriyordu.

Abdülaziz ve Uluğbey Medreselerini ziyaret ettik. Karşılıklı kapıları olan bu medreseler uzun yıllar eğitim merkezi olarak kullanılmış. Ortalarındaki Büyük Minare, medreselerin arasında yükseliyor ve şehrin mimarisini gözler önüne seriyor. Medresenin avlusunda otururken, genç âlimlerin burada yıllarını nasıl geçirdiğini hayal ettik; her taş, derslerin ve duaların izini taşıyor gibiydi. Buharanın bu üçlü medresesi en ihtişamlı yapılar.

Buhara’da Nasrettin Hoca heykeli de dikkat çekiyordu. Geniş park alanlarının birinde Eşeğine düzgünce binmiş hâliyle Hoca, Türk dünyasının ortak değeri olarak burada da anılıyor. Yanından geçerken, yüzündeki hafif tebessüm, şehrin neşesini sessizce yansıtıyordu.

Akşam otelimize dönerken düşündük: Buhara, sadece taş ve yapılardan ibaret bir şehir değil; geçmişin ve günümüzün iç içe geçtiği, tarih ve maneviyatın her adımda hissedildiği bir yer. Sokaklarda yürürken rüzgârın taşıdığı minik toz bulutları, güneşin yumuşak ışıkları ve insanların günlük telaşı, şehri adeta yaşayan bir varlık hâline getiriyordu.

YARIN: HARZEM HİVE ŞEHRİNE YOLCULUK